*Takipten Önce %4,55 / Sonra %9,10 / Satıştan Sonra %11,38
*Vazgeçme/Haricen Tahsil (Hacizden Önce) %2,27 -(Hacizden Sonra) %4,55
*Maaş ve Ücret Ödemelerinde %4,55
*Başvuru Harcı / Yerine Getirme Harcı 427,60.TL
*Tahliye Harcı -İcra Teb.Üzerine%1,13 /İcra Kanalıyla%2,27
*İhale Damga Vergisi : Binde 5,69
*Kefalet/Temlik/Taahhütname Damga Vergisi Binde 9,48
*Yediemine Ödenen Paralardan Damga V. Binde 9,48
*Resmi şahıslar adına şahıslara ödenecek
paralardan Kesilecek Damga V. Binde 7,59
*Kira Sözleşmelerinden Alınacak Damga Vergisi Binde 1,89
*Cezaevi Yapı Harcı %2
*Vekalet Suret Harcı 60,80.TL
*Haciz, Teslim ve Satış Harcı : 1.004,00.TL
2024 Yolluk Miktarı : 14.456,55.TL.
Haciz, Teslim, Satış Harcından Memura Ödenen 207,99.TL
İflasın Açılması, Konkordato İsteği, Masaya Katılma:427,60 TL
İCRA DAİRELERİNİN YILLIK ve 3'er AYLIK DÖNEMLERİNE ilişkin TEFTİŞ İŞLEMLERİ ÖRNEKLERİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Vadesi Gelmeyen Bonolar için Kambiyo Sen. Özgü Haciz Yoluyla Takip

İİK. 257/II gereğince verilen «ihtiyati haciz kararı»na dayanılarak henüz vadesi gelmeyen bonolar için kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip yapılabileceği—


Taraflar arasındaki «icra takibinin iptali» davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. İcra Tetkik Merciince itirazın kabulüne, takibin iptaline, tazminat isteminin reddine dair verilen 01.04.2003 gün ve 2003/103 E. 441 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 06.10.2003 gün ve 2003/16724-19233 sayılı ilamı ile; (...«Mer-sin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.10.2002 tarih ve 2002/427 D. İş sayılı ihtiyati haciz kararı ile ilgili dosyanın incelenmesinde, takip dayanağı ve henüz vadesi gelmeyen bonolar yüzünden İİK’nun 257/2. maddesi gereğince ihtiyati haciz kararı ver-ildiği anlaşıldığından ve bu kararın kaldırıldığı da iddia ve ispat edilmediğinden, alacaklının anılan kararı da ekleyerek başlattığı takipte yasaya aykırılık yoktur. Yukarıda sözü edilen karar kaldırılmadığı sürece Mercii Hakimliğinde karar içeriğine aykırı bir sonu-ca ulaşılması mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda «itirazın reddine» karar veril-mesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki ka-rarda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
HGK. 13.10.2004 T. E: 12-454, K: 544
İİK. 257/II gereğince verilen «ihtiyati haciz kararı»na dayanılarak henüz vadesi gelmeyen bonolar için kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip yapılabileceği—


Taraflar arasındaki «icra takibinin iptali» davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. İcra Tetkik Merciince itirazın kabulüne, takibin iptaline, tazminat isteminin reddine dair verilen 01.04.2003 gün ve 2003/103 E. 441 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 06.10.2003 gün ve 2003/16724-19233 sayılı ilamı ile; (...«Mer-sin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.10.2002 tarih ve 2002/427 D. İş sayılı ihtiyati haciz kararı ile ilgili dosyanın incelenmesinde, takip dayanağı ve henüz vadesi gelmeyen bonolar yüzünden İİK’nun 257/2. maddesi gereğince ihtiyati haciz kararı ver-ildiği anlaşıldığından ve bu kararın kaldırıldığı da iddia ve ispat edilmediğinden, alacaklının anılan kararı da ekleyerek başlattığı takipte yasaya aykırılık yoktur. Yukarıda sözü edilen karar kaldırılmadığı sürece Mercii Hakimliğinde karar içeriğine aykırı bir sonu-ca ulaşılması mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda «itirazın reddine» karar veril-mesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki ka-rarda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
HGK. 13.10.2004 T. E: 12-454, K: 544

Tarafların Mal Varlığını Etkileyen Edaya İlişkin İlamların Kesinleşmesi Gerekmez

Borçlu vekili; kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe takibe konulamayacağını, takibe konu kararın kişilik haklarının zedelenmesi sebebiyle manevi tazminata ilişkin olduğunu belirterek takibin iptalini talep etmiştir. Mahkemece, davalının takibe koyduğu alacak, şahsın hukukuna ilişkin manevi tazminat alacağı olduğu ve kesinleşmeden takibe konamayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HUMK'nun 443/4. (HMK'nun 367/2.) maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemez. Anılan maddede belirtilen hükümler, Medeni Kanunun “Kişiler Hukuku” ve “Aile Hukuku” kitaplarında yer alan konulara ilişkin tüm hükümler olmayıp, kişinin doğrudan şahsı ya da ailevi yapısı ile ilgili hukuki durumunda değişiklik yaratan ilamlar ile bu ilamların fer’i (eki) niteliğindeki hükümlerdir. (Örneğin ad, soyad, yaş tashihi, velayetin nez’i, babalık davası, nesep tashihi, boşanma ve bunun fer’i niteliğindeki hükümler gibi…)

Somut olayda takibin dayanağı olan ilam, Türk Borçlar Kanunun 58. maddesine dayalı manevi tazminata ilişkin olup, [b]TARAFLARIN ŞAHSI YA DA AILEVI YAPILARINA ILIŞKIN HUKUKI DURUMLARINDA BIR DEĞIŞIKLIK YARATMAYAN, SONUÇLARI ITIBARIYLE ANCAK TARAFLARIN MAL VARLIĞINI ETKILEYEBILEN, EDAYA ILIŞKIN ILAMLARDIR. BU NITELIKLERI ITIBARIYLE DE KESINLEŞMEDEN ICRAYA KONULMALARI MÜMKÜNDÜR.[/b] O halde mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2018/5309 esas, 2019/279 karar
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:22
  • DuraN
Borçlu vekili; kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe takibe konulamayacağını, takibe konu kararın kişilik haklarının zedelenmesi sebebiyle manevi tazminata ilişkin olduğunu belirterek takibin iptalini talep etmiştir. Mahkemece, davalının takibe koyduğu alacak, şahsın hukukuna ilişkin manevi tazminat alacağı olduğu ve kesinleşmeden takibe konamayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HUMK'nun 443/4. (HMK'nun 367/2.) maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemez. Anılan maddede belirtilen hükümler, Medeni Kanunun “Kişiler Hukuku” ve “Aile Hukuku” kitaplarında yer alan konulara ilişkin tüm hükümler olmayıp, kişinin doğrudan şahsı ya da ailevi yapısı ile ilgili hukuki durumunda değişiklik yaratan ilamlar ile bu ilamların fer’i (eki) niteliğindeki hükümlerdir. (Örneğin ad, soyad, yaş tashihi, velayetin nez’i, babalık davası, nesep tashihi, boşanma ve bunun fer’i niteliğindeki hükümler gibi…)

Somut olayda takibin dayanağı olan ilam, Türk Borçlar Kanunun 58. maddesine dayalı manevi tazminata ilişkin olup, [b]TARAFLARIN ŞAHSI YA DA AILEVI YAPILARINA ILIŞKIN HUKUKI DURUMLARINDA BIR DEĞIŞIKLIK YARATMAYAN, SONUÇLARI ITIBARIYLE ANCAK TARAFLARIN MAL VARLIĞINI ETKILEYEBILEN, EDAYA ILIŞKIN ILAMLARDIR. BU NITELIKLERI ITIBARIYLE DE KESINLEŞMEDEN ICRAYA KONULMALARI MÜMKÜNDÜR.[/b] O halde mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2018/5309 esas, 2019/279 karar

İtiraz Dilekçesi Alacaklıya Tebliğ Edilmediği Sürece İptal Davası Açma Süresi Başlamaz

İİK'nın 261. maddesi uyarınca alacaklı ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemeye mecburdur.


Alacaklı ihtiyati haciz kararını infaz ettirdikten sonra İİK 264/1. fıkrasında öngörülen süreler içinde takip yapması veya dava açması gerekir. İİK'nun 264/2. maddesi hükmüne göre ihtiyati haciz kararına dayalı olarak icra takibi yapan alacaklı, borçlunun ödeme emrine itirazını gidermek için itirazın tebliğinden itibaren yedi günlük hak düşürücü sürede itirazın kaldırılmasını veya iptalini sağlamak üzere dava açmak zorundadır.

Süresinde dava açılmaması halinde ihtiyati haciz hükümsüz kalır. 7 günlük süre borçlunun itirazının alacaklıya tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. [b]ALACAKLI, BORÇLUNUN ÖDEME EMRINE ITIRAZ ETTIĞINI BAŞKA ŞEKILDE ÖĞRENMIŞ OLSA BILE, BORÇLUNUN ITIRAZI KENDISINE TEBLIĞ EDILMEDIKÇE, 7 GÜNLÜK SÜRE IŞLEMEYE BAŞLAMAZ[/b].


 İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 8. HUKUK DAİRESİ ESAS NO: 2018/862 KARAR NO : 2018/2376 YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ 2019/661 Esas 2020/394 Karar
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:21
  • DuraN
İİK'nın 261. maddesi uyarınca alacaklı ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemeye mecburdur.


Alacaklı ihtiyati haciz kararını infaz ettirdikten sonra İİK 264/1. fıkrasında öngörülen süreler içinde takip yapması veya dava açması gerekir. İİK'nun 264/2. maddesi hükmüne göre ihtiyati haciz kararına dayalı olarak icra takibi yapan alacaklı, borçlunun ödeme emrine itirazını gidermek için itirazın tebliğinden itibaren yedi günlük hak düşürücü sürede itirazın kaldırılmasını veya iptalini sağlamak üzere dava açmak zorundadır.

Süresinde dava açılmaması halinde ihtiyati haciz hükümsüz kalır. 7 günlük süre borçlunun itirazının alacaklıya tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. [b]ALACAKLI, BORÇLUNUN ÖDEME EMRINE ITIRAZ ETTIĞINI BAŞKA ŞEKILDE ÖĞRENMIŞ OLSA BILE, BORÇLUNUN ITIRAZI KENDISINE TEBLIĞ EDILMEDIKÇE, 7 GÜNLÜK SÜRE IŞLEMEYE BAŞLAMAZ[/b].


 İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 8. HUKUK DAİRESİ ESAS NO: 2018/862 KARAR NO : 2018/2376 YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ 2019/661 Esas 2020/394 Karar

Murislerinden kalan mirası reddettikleri gerekçesi ile haciz KALDIRILAMAZ

 T.C.
   YARGITAY                                 
12. Hukuk Dairesi                                              
                                                                                            T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A
                                                                                Y A R G I T A Y   İ L A M I
ESAS NO   : 2014/7898
KARAR NO   : 2014/11222

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ   : Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ   : 04/12/2013
NUMARASI   : 2013/811-2013/967

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için  Tetkik Hakimi tarafından  düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Şikayetçi alacaklı, 04.09.2013 tarihli talebi üzerine, borçluların murisinden intikal eden taşınmazlara ve 38 AZ 030 plakalı araca icra müdürlüğünce haciz konulduğunu, borçluların, murislerinden intikal eden mirası mahkeme kararıyla reddettikleri gerekçesiyle taşınmazlara ve araca konulan haczin kaldırılmasına ilişkin olarak icra dairesine yaptıkları başvurunun müdürlükçe kabulü ile hacizlerin kaldırılmasına karar verildiğini, borçlularca mirasın, hacizden sonra reddinin kötüniyetli olduğu gerekçesi ile müdürlük kararının haksız olduğunu ileri sürerek, hacizlerin ilk haciz tarihi itibariyle devam ettiğinin tesbiti için icra mahkemesine başvurmuş, mahkemece, şikayetin kabulü ile hacizlerin kaldırılması işleminin iptaline karar verilmiştir.

Somut olayda, borçluların murislerinden intikal eden taşınmazlar ile 38 AZ 030 plakalı araçtaki hisselerine icra müdürlüğünce 04.9.2013 ve 05.9.2013 tarihlerinde haciz şerhi konulduğu, borçluların, Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 21.10.2013 tarih ve 2013/1445-1525 sayılı kararını icra müdürlüğüne sunarak, murislerinden kalan mirası reddettikleri gerekçesi ile söz konusu hacizlerin kaldırılmasını talep ettikleri, müdürlükçe talebin kabulü ile ilgili tapu müdürlüğüne müzekkere yazılarak mahcuz taşınmazlardaki haciz şerhinin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
HMK'nun dava şartlarını düzenleyen 114.maddesinin (h) bendinde; davacının dava açmakta hukuki yararının olması gerektiği belirtilmiştir.
Somut olayda, şikayetçilerin Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 21.10.2013 tarih ve 2013/1445-1525 sayılı kararıyla babaları muris Ali Kalın'ın mirasını kayıtsız şartsız reddettikleri anlaşılmış olup, bu aşamadan sonra taşınmazlar ve araç üzerinde herhangi bir tasarruf hakları kalmamıştır. Tasarruf hakkının olmadığı mallardaki haczin kaldırılmasında artık borçluların hukuki yararı bulunmamaktadır.
Öte yandan, icra müdürlüğünün, yasa tarafından kendisine tanınan takdir hakkı sınırlı olup, alacaklının talebi olmaksızın haczi kaldırma yetkisi bulunmamaktadır.
Bu durumda mahkemece, icra müdürünün re'sen haczi kaldırma yetkisi olmadığı gibi borçluların haczin kaldırılmasını istemekte hukuki yararlarının da bulunmadığı nedenleriyle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin kabul edilmiş olması isabetsiz ise de, sonuçta istem kabul edilerek şikayet konusu müdürlük işlemi iptal edildiğinden sonucu itibariyle doğru olan mahkeme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Borçluların temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.'nun 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), alınması gereken 25,20 TL  temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:18
  • DuraN
 T.C.
   YARGITAY                                 
12. Hukuk Dairesi                                              
                                                                                            T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A
                                                                                Y A R G I T A Y   İ L A M I
ESAS NO   : 2014/7898
KARAR NO   : 2014/11222

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ   : Kayseri 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ   : 04/12/2013
NUMARASI   : 2013/811-2013/967

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için  Tetkik Hakimi tarafından  düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Şikayetçi alacaklı, 04.09.2013 tarihli talebi üzerine, borçluların murisinden intikal eden taşınmazlara ve 38 AZ 030 plakalı araca icra müdürlüğünce haciz konulduğunu, borçluların, murislerinden intikal eden mirası mahkeme kararıyla reddettikleri gerekçesiyle taşınmazlara ve araca konulan haczin kaldırılmasına ilişkin olarak icra dairesine yaptıkları başvurunun müdürlükçe kabulü ile hacizlerin kaldırılmasına karar verildiğini, borçlularca mirasın, hacizden sonra reddinin kötüniyetli olduğu gerekçesi ile müdürlük kararının haksız olduğunu ileri sürerek, hacizlerin ilk haciz tarihi itibariyle devam ettiğinin tesbiti için icra mahkemesine başvurmuş, mahkemece, şikayetin kabulü ile hacizlerin kaldırılması işleminin iptaline karar verilmiştir.

Somut olayda, borçluların murislerinden intikal eden taşınmazlar ile 38 AZ 030 plakalı araçtaki hisselerine icra müdürlüğünce 04.9.2013 ve 05.9.2013 tarihlerinde haciz şerhi konulduğu, borçluların, Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 21.10.2013 tarih ve 2013/1445-1525 sayılı kararını icra müdürlüğüne sunarak, murislerinden kalan mirası reddettikleri gerekçesi ile söz konusu hacizlerin kaldırılmasını talep ettikleri, müdürlükçe talebin kabulü ile ilgili tapu müdürlüğüne müzekkere yazılarak mahcuz taşınmazlardaki haciz şerhinin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
HMK'nun dava şartlarını düzenleyen 114.maddesinin (h) bendinde; davacının dava açmakta hukuki yararının olması gerektiği belirtilmiştir.
Somut olayda, şikayetçilerin Kayseri 2. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 21.10.2013 tarih ve 2013/1445-1525 sayılı kararıyla babaları muris Ali Kalın'ın mirasını kayıtsız şartsız reddettikleri anlaşılmış olup, bu aşamadan sonra taşınmazlar ve araç üzerinde herhangi bir tasarruf hakları kalmamıştır. Tasarruf hakkının olmadığı mallardaki haczin kaldırılmasında artık borçluların hukuki yararı bulunmamaktadır.
Öte yandan, icra müdürlüğünün, yasa tarafından kendisine tanınan takdir hakkı sınırlı olup, alacaklının talebi olmaksızın haczi kaldırma yetkisi bulunmamaktadır.
Bu durumda mahkemece, icra müdürünün re'sen haczi kaldırma yetkisi olmadığı gibi borçluların haczin kaldırılmasını istemekte hukuki yararlarının da bulunmadığı nedenleriyle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin kabul edilmiş olması isabetsiz ise de, sonuçta istem kabul edilerek şikayet konusu müdürlük işlemi iptal edildiğinden sonucu itibariyle doğru olan mahkeme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Borçluların temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.'nun 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), alınması gereken 25,20 TL  temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Takibin İptaline İlişkin İcra Mah. kararının kesinleşmesine gerek yoktur

T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           

ESAS NO   : 2018/3489
KARAR NO   : 2018/7961   


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali ve tescil talebinin reddine dair ilamın yargılama giderlerine ilişkin bölümünün tahsili amacıyla ilamlı icra takibi başlatıldığı, borçlunun 30.07.2015 tarihinde icra takip dosyasına ödeme yaptığı, borçlunun şikayeti üzerine İstanbul 7. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 15.10.2015 tarih ve 2015/750 E.- 2015/705 K. sayılı kararı ile takibe dayanak ilam kesinleşmeden icra takibine konulamayacağı gerekçesiyle takibin iptaline karar verildiği ve kararda kesinleşme şerhi bulunmadığı, borçlunun takibin iptaline dair icra mahkemesi kararını icra takip dosyasına sunarak; takibin iptaline karar verildiğinden alacaklıya ödenen paranın iadesi için alacaklı vekiline muhtıra çıkarılmasını talep ettiği, alacaklıya 20.10.2015 tarihli ödenen paranın iadesine ilişkin muhtıranın tebliği üzerine alacaklının anılan muhtıranın iptali istemiyle icra mahkemesine başvuruğu, icra mahkemesince ödenen paranın iadesi için takibin iptaline dair kararın kesinleşmesi gerektiği gerekçesiyle şikayetin kabulü ile muhtıranın iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.


[b]HMK’nun 350. maddesine göre, kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez İİK'nun 363 ve sonraki maddelerinde ise, icra mahkemesince verilecek kararlardan temyizi kabil olanlar belirlenmiş, ancak, bunların infaz edilebilmesi için kesinleşmesi gerektiğine dair bir hükme yer verilmemiştir. Bir başka deyişle, icra mahkemesi kararlarının infazı için kesinleşmesi zorunlu değildir.[/b]

O halde; mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ  : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:16
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           

ESAS NO   : 2018/3489
KARAR NO   : 2018/7961   


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali ve tescil talebinin reddine dair ilamın yargılama giderlerine ilişkin bölümünün tahsili amacıyla ilamlı icra takibi başlatıldığı, borçlunun 30.07.2015 tarihinde icra takip dosyasına ödeme yaptığı, borçlunun şikayeti üzerine İstanbul 7. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 15.10.2015 tarih ve 2015/750 E.- 2015/705 K. sayılı kararı ile takibe dayanak ilam kesinleşmeden icra takibine konulamayacağı gerekçesiyle takibin iptaline karar verildiği ve kararda kesinleşme şerhi bulunmadığı, borçlunun takibin iptaline dair icra mahkemesi kararını icra takip dosyasına sunarak; takibin iptaline karar verildiğinden alacaklıya ödenen paranın iadesi için alacaklı vekiline muhtıra çıkarılmasını talep ettiği, alacaklıya 20.10.2015 tarihli ödenen paranın iadesine ilişkin muhtıranın tebliği üzerine alacaklının anılan muhtıranın iptali istemiyle icra mahkemesine başvuruğu, icra mahkemesince ödenen paranın iadesi için takibin iptaline dair kararın kesinleşmesi gerektiği gerekçesiyle şikayetin kabulü ile muhtıranın iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.


[b]HMK’nun 350. maddesine göre, kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez İİK'nun 363 ve sonraki maddelerinde ise, icra mahkemesince verilecek kararlardan temyizi kabil olanlar belirlenmiş, ancak, bunların infaz edilebilmesi için kesinleşmesi gerektiğine dair bir hükme yer verilmemiştir. Bir başka deyişle, icra mahkemesi kararlarının infazı için kesinleşmesi zorunlu değildir.[/b]

O halde; mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ  : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Tebligat Evrakında Tebliğ Memurunun Ad Soyad ve İmzasının Bulunmaması

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/12622
K. 2013/20643
T. 4.6.2013
• TEBLİGAT KANUNU 35. MADDESİNE GÖRE TEBLİGAT (Usulsüz Tebligat - Tebligat Kanununun 35. Maddesine Göre Yapılan Tebligat Evrakında Tebliğ Memurunun Ad Soyad ve İmzasının Bulunmamasının Tebligat İşlemini Usulsüz Kıldığı)
• USULSÜZ TEBLİGAT (Tebligat Kanunu 35. Maddesine Göre Yapılan Tebligat - Tebligat Evrakında Tebliğ Memurunun Ad Soyad ve İmzasının Bulunmamasının Tebligat İşlemini Usulsüz Hale Getirdiği)
7201/m. 35
ÖZET : Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebliğ edilen tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığı anlaşılmış olmakla tebliğ işlemi usulsüz olup, alacaklının bu hususa dair temyiz istemi yerinde değildir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği düşünüldü :
KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değildir.
7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 23. maddesinin 19.3.2003 tarih ve 4829 Sayılı Kanunla değişik 8. bendinde "... tebliğ evrakı kime tebliğ edilmişse onun imzasıyla tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzası..." tebliğ evrakında bulunması zorunlu unsurlar arasında sayılmıştır (HGK.nun 8.10.2008 tarih, 2008/12-536 Esas, 2008/574 Karar). Somut olayda: şikayetçi borçlu şirkete gönderilen ve Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebliğ edilen 10.1.2013 tarihli tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığı anlaşılmış olmakla tebliğ işlemi usulsüz olup, alacaklının bu hususa dair temyiz istemi yerinde değildir.
İ.İ.K.nun 72/2. maddesi gereğince takipten önce açılan menfi tespit davasında: İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 23.10.2012 tarihli ihtiyati tedbir kararı ile "...1.432.852,05 TL bedelli çek yönünden, çek bedelinin 1.000.000,00 TL'si yönünden yapılacak icra takibinin %15 tutarında hesap olunan 150.000,00 TL nakit veya kesin ve süresiz teminat mektubu verildiğinde taraflar arasında olmak kaydıyla tedbiren durdurulmasına..." karar verildiği görülmektedir. Tedbirde; çekin takibe konu edilmemesi yönünde bir karar mevcut olmayıp, sadece yapılacak icra takibinin durdurulması yönünde bir karar bulunmaktadır. Bu durumda mahkemece şartları varsa durdurma yönünde bir karar verilmesi gerekirken takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
Öte yandan tedbir kararı çekin 1.000.000,00 TL'si için verilmiş olup, bu hususta gözardı edilerek takibin tümden iptali de doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K.366 ve H.U.M.K.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 4.6.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:15
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/12622
K. 2013/20643
T. 4.6.2013
• TEBLİGAT KANUNU 35. MADDESİNE GÖRE TEBLİGAT (Usulsüz Tebligat - Tebligat Kanununun 35. Maddesine Göre Yapılan Tebligat Evrakında Tebliğ Memurunun Ad Soyad ve İmzasının Bulunmamasının Tebligat İşlemini Usulsüz Kıldığı)
• USULSÜZ TEBLİGAT (Tebligat Kanunu 35. Maddesine Göre Yapılan Tebligat - Tebligat Evrakında Tebliğ Memurunun Ad Soyad ve İmzasının Bulunmamasının Tebligat İşlemini Usulsüz Hale Getirdiği)
7201/m. 35
ÖZET : Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebliğ edilen tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığı anlaşılmış olmakla tebliğ işlemi usulsüz olup, alacaklının bu hususa dair temyiz istemi yerinde değildir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği düşünüldü :
KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değildir.
7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 23. maddesinin 19.3.2003 tarih ve 4829 Sayılı Kanunla değişik 8. bendinde "... tebliğ evrakı kime tebliğ edilmişse onun imzasıyla tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzası..." tebliğ evrakında bulunması zorunlu unsurlar arasında sayılmıştır (HGK.nun 8.10.2008 tarih, 2008/12-536 Esas, 2008/574 Karar). Somut olayda: şikayetçi borçlu şirkete gönderilen ve Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebliğ edilen 10.1.2013 tarihli tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığı anlaşılmış olmakla tebliğ işlemi usulsüz olup, alacaklının bu hususa dair temyiz istemi yerinde değildir.
İ.İ.K.nun 72/2. maddesi gereğince takipten önce açılan menfi tespit davasında: İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 23.10.2012 tarihli ihtiyati tedbir kararı ile "...1.432.852,05 TL bedelli çek yönünden, çek bedelinin 1.000.000,00 TL'si yönünden yapılacak icra takibinin %15 tutarında hesap olunan 150.000,00 TL nakit veya kesin ve süresiz teminat mektubu verildiğinde taraflar arasında olmak kaydıyla tedbiren durdurulmasına..." karar verildiği görülmektedir. Tedbirde; çekin takibe konu edilmemesi yönünde bir karar mevcut olmayıp, sadece yapılacak icra takibinin durdurulması yönünde bir karar bulunmaktadır. Bu durumda mahkemece şartları varsa durdurma yönünde bir karar verilmesi gerekirken takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
Öte yandan tedbir kararı çekin 1.000.000,00 TL'si için verilmiş olup, bu hususta gözardı edilerek takibin tümden iptali de doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K.366 ve H.U.M.K.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 4.6.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kambiyo Senetlerine Özgü H.Y.ile İpoteğin Paraya Çev.Yol.Takip Mükerrerlik Oluşturur

Dikkat içtihat değişikliği : kambiyo senetlerine özgü haciz ile ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip mükerrerlik oluşturur


Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir.
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ   : Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ   : 22/12/2015
NUMARASI   : 2015/743-2015/1134


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :



Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;


Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçlunun, sair nedenlerle birlikte aynı ilişkiden kaynaklanan borcun mükerrer olarak takibe konulduğunu ileri sürerek mükerrerlik itirazı ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, istemin reddine karar verildiği görülmüştür.


İİK 45. maddesinde rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusunun iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklı yalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabileceği, poliçe ve emre muharrer senetlerle çekler hakkındaki 167 nci madde hükmü mahfuz olduğu, aynı kanunun 167. maddesinde ise alacağı çek, poliçe veya emre muharrer senede müstenit olan alacaklının, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte bulunabileceği düzenlenmiştir.



Somut olayın incelenmesinde; Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından 455.710,84 TL asıl alacağa ilişkin olarak dava dışı A. ve muteriz borçlular hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı icra takibinde bulunulduğu,

mükerrer olduğu iddia edilen Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından aynı asıl alacak miktarı için bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı ve şikayetçi borçluların borçlu sıfatı ile takibin tarafı olduğu, takip talebinde ve ödeme emrinde; “tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla” kaydına yer verildiği görülmüş olup takip talebinde yazılı ibareler ve alacaklı vekilinin beyanı ile her iki takip dosyasına konu borcun aynı borç olduğu konusunda ihtilaf yoktur.


Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir.



Bu durumda; şikayete konu Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasına konu borçla ilgili olarak Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esasında kayıtlı ve derdest ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibin bulunduğu anlaşılmakla mahkemece mükerrer takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/10/2017 gününde oybirliğiyle karar veri
Dikkat içtihat değişikliği : kambiyo senetlerine özgü haciz ile ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip mükerrerlik oluşturur


Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir.
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ   : Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ   : 22/12/2015
NUMARASI   : 2015/743-2015/1134


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :



Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;


Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçlunun, sair nedenlerle birlikte aynı ilişkiden kaynaklanan borcun mükerrer olarak takibe konulduğunu ileri sürerek mükerrerlik itirazı ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, istemin reddine karar verildiği görülmüştür.


İİK 45. maddesinde rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusunun iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklı yalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabileceği, poliçe ve emre muharrer senetlerle çekler hakkındaki 167 nci madde hükmü mahfuz olduğu, aynı kanunun 167. maddesinde ise alacağı çek, poliçe veya emre muharrer senede müstenit olan alacaklının, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte bulunabileceği düzenlenmiştir.



Somut olayın incelenmesinde; Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından 455.710,84 TL asıl alacağa ilişkin olarak dava dışı A. ve muteriz borçlular hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı icra takibinde bulunulduğu,

mükerrer olduğu iddia edilen Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından aynı asıl alacak miktarı için bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı ve şikayetçi borçluların borçlu sıfatı ile takibin tarafı olduğu, takip talebinde ve ödeme emrinde; “tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla” kaydına yer verildiği görülmüş olup takip talebinde yazılı ibareler ve alacaklı vekilinin beyanı ile her iki takip dosyasına konu borcun aynı borç olduğu konusunda ihtilaf yoktur.


Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir.



Bu durumda; şikayete konu Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasına konu borçla ilgili olarak Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esasında kayıtlı ve derdest ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibin bulunduğu anlaşılmakla mahkemece mükerrer takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/10/2017 gününde oybirliğiyle karar veri

İcra Dairelerinin İşçilik Alacaklarından Vergi ve Prim Kesintisi Yapıp Yatırmak Görevi Yoktur

9. Hukuk Dairesi         2014/17907 E.  ,  2015/31498 K.


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 7. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/04/2014
NUMARASI : 2012/619-2014/259

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti
Davacı, davalı Bakanlığa ait hastanede alt işveren işçisi olarak çalışırken haksız şekilde işten çıkarıldığını iddia ederek, kıdem-ihbar tazminatının ödetilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti
Davalı T.C. S.. B.. vekili, husumet yokluğundan davanın reddini istemiştir.
Davalı Gökkuşağı Hizmet Şirketi vekili, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti
Mahkemece, iş sözleşmesinin, alt işverenin ihale süresinin bitiminde haksız olarak feshedildiği sonucuna varılarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz
Kararı davalı .. Şirketi ve davalı T.C. S.. B.. vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanunî gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.

Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.

Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz.

İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlülüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir:

a)-Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).

b)-İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).

c)-İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.

Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir.


İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.

d)-İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K).

e)-Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.).

f)-Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K).

g)-Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).

h)-İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.

İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).

Somut olayda, fesih tarihi olan 30.04.2012 günü düzenlenen ibranamede ve ekindeki makbuzlarda, davacıya, net 1.535,22 TL ihbar tazminatı ve net 3.750,00 TL kıdem tazminatı ödendiği” yazılıdır. İbraname, 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde düzenlenmiş ve miktar içermektedir.
Davacı vekili bu belgeye karşı, “Ödeme yapılmamıştır. Altındaki imza müvekkile ait değildir.” diyerek karşı çıkmıştır.
Mahkemece, ibraname ve davacının imza inkârı değerlendirilmeden ve gerekçe gösterilmeden belgenin dikkate alınması ve itirazın değerlendirilmemesi isabetsizdir.

3- Davanın açılmasının Vergi Usul Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku açısından sonucu, talep edilen işçilik alacağı dolayısıyla Devletin vergi ve sigorta primi alacaklarının şüpheli alacak hâline gelmesidir.

Vergiye tâbi işçilik alacaklarında vergi mükellefi işçi, vergiyi kesip vergi dairesine yatırmakla sorumlu kişi (vergi sorumlusu) ise işverendir. Yine sigorta primi işçi payının ve işsizlik sigortası primi kesintisinin mükellefi işçi, sorumlusu ise işverendir.

Gelir vergisinde vergiyi doğuran olay, vergiye tâbi gelirin elde edilmesidir. Sigorta prim borcunu doğuran olay, prime tâbi işçilik alacağının işçiye ödenmesidir. İşçilik alacağı işçiye ödendiğinde, işverence, buna ilişkin bordro düzenlenip bordroda söz konusu vergi ve prim kesintileri ayrı ayrı gösterilmeli, yöntemince muhasebeleştirme yapılmalıdır.

[b]Mahkemelerle icra dairelerinin, işçilik alacaklarından vergi ve prim kesintisi yapıp vergi dairesine yatırmak veya bu hususu takip etmek gibi bir görevi bulunmamaktadır. Bu sebeple dava konusu işçilik alacağının brüt tutardan hesaplanması, alacağa ilişkin ilamın brüt tutar üzerinden icraya konulması, icra dairesince veya haricen takip konusu borç tahsil edildiğinde, işverenin, tahsil tarihindeki tarife ve oran üzerinden ilgili vergi ve prim kesintilerini vergi dairesine yatırarak bakiyesini işçiye ödemesi, buna dair muhasebeleştirme işlemlerini yapması gerekmektedir. Alacak davası devam ederken bilirkişi tarafından yapılan net hesaplamaya dayanılarak alacağın net tutar üzerinden hüküm altına alınması durumunda, mahkemeler ve icra daireleri aracı kılınarak Devletin vergi ve prim kaybı oluşabilmektedir. Bu nedenle davacı, dava konusu işçilik alacağının net tutardan hüküm altına alınmasını açıkça talep etmediği sürece, bütün işçilik alacakları brüt tutar üzerinden hüküm altına alınıp bu tutar üzerinden de icraya konulmalıdır.[/b]

Mahkemece, infazda tereddüte yol açılmaması için, hükmedilen alacağın net mi brüt mü olduğunun kararda belirtilmesi gerekir.

Mahkemece, hükmedilen alacağın net mi brüt mü olduğunun kararda belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine, 09.11.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:07
  • DuraN
9. Hukuk Dairesi         2014/17907 E.  ,  2015/31498 K.


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 7. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/04/2014
NUMARASI : 2012/619-2014/259

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti
Davacı, davalı Bakanlığa ait hastanede alt işveren işçisi olarak çalışırken haksız şekilde işten çıkarıldığını iddia ederek, kıdem-ihbar tazminatının ödetilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti
Davalı T.C. S.. B.. vekili, husumet yokluğundan davanın reddini istemiştir.
Davalı Gökkuşağı Hizmet Şirketi vekili, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti
Mahkemece, iş sözleşmesinin, alt işverenin ihale süresinin bitiminde haksız olarak feshedildiği sonucuna varılarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz
Kararı davalı .. Şirketi ve davalı T.C. S.. B.. vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanunî gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.

Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.

Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz.

İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlülüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir:

a)-Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).

b)-İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).

c)-İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.

Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir.


İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.

d)-İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K).

e)-Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.).

f)-Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K).

g)-Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).

h)-İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.

İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).

Somut olayda, fesih tarihi olan 30.04.2012 günü düzenlenen ibranamede ve ekindeki makbuzlarda, davacıya, net 1.535,22 TL ihbar tazminatı ve net 3.750,00 TL kıdem tazminatı ödendiği” yazılıdır. İbraname, 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde düzenlenmiş ve miktar içermektedir.
Davacı vekili bu belgeye karşı, “Ödeme yapılmamıştır. Altındaki imza müvekkile ait değildir.” diyerek karşı çıkmıştır.
Mahkemece, ibraname ve davacının imza inkârı değerlendirilmeden ve gerekçe gösterilmeden belgenin dikkate alınması ve itirazın değerlendirilmemesi isabetsizdir.

3- Davanın açılmasının Vergi Usul Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku açısından sonucu, talep edilen işçilik alacağı dolayısıyla Devletin vergi ve sigorta primi alacaklarının şüpheli alacak hâline gelmesidir.

Vergiye tâbi işçilik alacaklarında vergi mükellefi işçi, vergiyi kesip vergi dairesine yatırmakla sorumlu kişi (vergi sorumlusu) ise işverendir. Yine sigorta primi işçi payının ve işsizlik sigortası primi kesintisinin mükellefi işçi, sorumlusu ise işverendir.

Gelir vergisinde vergiyi doğuran olay, vergiye tâbi gelirin elde edilmesidir. Sigorta prim borcunu doğuran olay, prime tâbi işçilik alacağının işçiye ödenmesidir. İşçilik alacağı işçiye ödendiğinde, işverence, buna ilişkin bordro düzenlenip bordroda söz konusu vergi ve prim kesintileri ayrı ayrı gösterilmeli, yöntemince muhasebeleştirme yapılmalıdır.

[b]Mahkemelerle icra dairelerinin, işçilik alacaklarından vergi ve prim kesintisi yapıp vergi dairesine yatırmak veya bu hususu takip etmek gibi bir görevi bulunmamaktadır. Bu sebeple dava konusu işçilik alacağının brüt tutardan hesaplanması, alacağa ilişkin ilamın brüt tutar üzerinden icraya konulması, icra dairesince veya haricen takip konusu borç tahsil edildiğinde, işverenin, tahsil tarihindeki tarife ve oran üzerinden ilgili vergi ve prim kesintilerini vergi dairesine yatırarak bakiyesini işçiye ödemesi, buna dair muhasebeleştirme işlemlerini yapması gerekmektedir. Alacak davası devam ederken bilirkişi tarafından yapılan net hesaplamaya dayanılarak alacağın net tutar üzerinden hüküm altına alınması durumunda, mahkemeler ve icra daireleri aracı kılınarak Devletin vergi ve prim kaybı oluşabilmektedir. Bu nedenle davacı, dava konusu işçilik alacağının net tutardan hüküm altına alınmasını açıkça talep etmediği sürece, bütün işçilik alacakları brüt tutar üzerinden hüküm altına alınıp bu tutar üzerinden de icraya konulmalıdır.[/b]

Mahkemece, infazda tereddüte yol açılmaması için, hükmedilen alacağın net mi brüt mü olduğunun kararda belirtilmesi gerekir.

Mahkemece, hükmedilen alacağın net mi brüt mü olduğunun kararda belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine, 09.11.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Esastan Redde İlişkin BAM Kararının Tehiri İcra Talepli Temyizi Halinde Mehil Vesikası

[b]T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           

ESAS NO   : 2019/12672
KARAR NO   : 2019/17345   

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRELERİNİN KESİN KARARLARI ARASINDAKİ UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE DAİR
[/b]


TÜRK MİLLETİ ADINA
YARGITAY İLAMI

        İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu 11/10/2019  tarih ve 2019/18 Esas sayılı başvurusunda; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin benzer olayda verdikleri kesin nitelikteki kararları arasında uyuşmazlık bulunduğundan bahisle bu  uyuşmazlığın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Başkanlar Kurulunun Görevleri" başlıklı 35/1-3 maddesi kapsamında giderilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır.

   İstanbul  Bölge Adliye Mahkemesi 21 . Hukuk Dairesi'nin  2017/1959 E.- 2017/2039 K. sayılı  dosyasının incelenmesinde;

    Şikayetçi tarafından hakkında iş Mahkemesinin ilamına dayanılarak icra takibinde bulunulduğu,  takibe dayanak ilama karşı tehir-i icra talepli olarak istinaf yoluna başvurduğu ve dosya borcunu  karşılar teminat mektubu sunularak  90 günlük mehil vesikası alındığı, takibe dayanak ilama ilişkin olarak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesinin vermiş olduğu ilam ile istinaf talebinin esastan reddedildiği, istinaf hükmüne dayanılarak  davalı-alacaklı vekilince dosyada mevcut  teminat mektubunun tazmininin talep edildiği, ancak takibe dayanak kararın miktar itibariyle temyizi kabil bir karar olduğu ve süresi içinde taraflarınca tehir-i icra talepli olarak temyiz yoluna başvurulduğu ve yeniden mehil vesikası talep etmiş olmalarına  rağmen İcra Müdürlüğünce taleplerin  reddedildiği, red kararının İcra İflas Kanunu'nun 36. maddesine aykırı olduğu ileri sürelerek şikayette bulunulduğu, ilk derece mahkemesince şikayetin reddine karar verildiği, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince; İİK’nun 36. maddesinde tehiri icra kararı sonrasında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi halinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan paranın alacaklıya ödeneceği düzenlendiğinden ve takibe konu karara ilişkin olarak istinaf incelemesi sonunda Bölge Adliye Mahkemesi tarafından başvurunun esastan reddine karar verildiğinden icra müdürlüğü tarafından yapılan işlemin İİK'nın 36. maddesine uygun bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine, “kesin” olarak karar verildiği görülmüştür.


   Benzer konuya ilişkin olarak, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 2017/3301 E.- 2017/2642 K.  sayılı dosyasının incelenmesinde;

   Takibe dayanak gösterilen ilama dair istinaf talebinin reddine ilişkin kararın temyiz edilmesi nedeniyle mehil vesikası talep ettikleri, icra müdürünce bu talebin haksız olarak reddine karar verildiği ileri sürülerek şikayette bulunulduğu ilk derece mahkemesince; şikayetin reddine karar verildiği işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye  Mahkemesi   kararının   gerekçe   kısmında;   İcra  İflas  Yasasının  36.  maddesindeki düzenleme ile 6100 sayılı HMK'nun 350. ve 367. maddesindeki düzenlemenin birlikte değerlendirilmesinin gerektiği, HMK'da yapılan düzenlemenin İcra İflas Yasasındaki düzenlemeye göre daha yeni tarihi  içermesi  nedeniyle  öncelikle yeni  tarihli  düzenlemenin dikkate alınmasının zorunluluk olduğu, ayrıca HMK düzenlemesinde istinaf için 350. maddede, temyiz için de 367. maddede ayrı düzenleme bulunduğu dikkate alındığında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın istinaf edilmesi halinde borçlu tarafın teminat yatırarak İİK. 36. maddeden faydalanabileceği gibi, istinaf mahkemesi tarafından istinaf isteminin esastan reddine ilişkin kararın temyiz yolu açık olması halinde de borçlu tarafın HMK'nun 367. maddesi gereğince de bu karara karşı İİK'nun 36. maddedeki düzenleme içeriğine göre teminat yatırarak icranın geri bırakılmasını isteme hakkının bulunduğu, ilk derece mahkemesi kararının HMK'nun 367. maddesine aykırı olduğu ibarelerine yer verilmekle birlikte ilk derece mahkemesi kararının İİK.’nun 363. maddesi gereğince kesin olduğu ve istinaf yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır.


   Bahsi geçen Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerinin kesin  kararları arasındaki uyuşmazlık, takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması halinde icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.

   2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İcranın geri bırakılması için verilecek süre(2)” başlıklı  36. maddesinin 1.,5. ve 6. fıkrasında "..İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir.   

   Bölge adliye mahkemesince başvurunun haklı görülmesi hâlinde teminatın geri verilip verilmeyeceğine karar verilir. Yargıtayca hükmün bozulması hâlinde borçlunun başvurusu üzerine, bozmanın mahiyetine göre teminatın geri verilip verilmeyeceğine mahkemece kesin olarak karar verilir.

   Bölge adliye mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmesi veya Yargıtayca hükmün onanması hâlinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan para alacaklıya ödenir. Mal ve haklar ise, malın türüne göre icra dairesince paraya çevrilir. İlâm alacaklısının teminat üzerinde rüçhan hakkı vardır." hükmüne yer verilmiştir.

   Buna göre; ilâmı istinaf veya temyiz eden borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehin veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehin veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise, icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’dan karar almak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir.

   Kanun koyucu bahsi geçen maddenin 5. fıkrasında; istinaf başvurusunun haklı görülmesi halinde veya Yargıtayca hükmün bozulması halinde teminatın iade edilip edilmeyeceğini takdire bağlamıştır.

   [b]Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu esastan reddetmesi halinde teminata konu paranın alacaklıya ödenip ödenmeyeceği, mal veya hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrilip çevrilmeyeceği hususuna gelince; kanun koyucu maddenin son fıkrasında yer verdiği “veya” ibaresi ile belli bir sıranın takip edilmesi gerektiğini diğer bir ifadeyle ilk derece mahkemesi tarafından verilen karar nedeniyle yapılan istinaf başvurusunun esastan reddedilmesi halinde temyiz yoluna başvurulmaması durumunda teminata konu paranın alacaklıya ödeneceğini, mal ve hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrileceğini; takibe dayanak ilama ilişkin olarak Bölge Adliye Mahkemesince verilen esastan ret kararına karşı temyiz yolunun açık olması ve verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde ise ancak Yargıtayca kararın onanması durumunda teminata konu olan paranın alacaklıya ödeneceğini, mal ve hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrileceğini öngörmüştür.

   Bu durumda, ilk derece mahkemesi tarafından verilen karara karşı istinaf başvurusunda bulunulması sırasında tehiri icra talep edilmesi ve icra müdürlüğüne başvurularak gerekli teminatın yatırılması halinde icra müdürlüğünce Bölge Adliye Mahkemesinden tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesinin gerektiği, ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi tarafından takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması ve tehiri icra talepli temyiz dilekçesi verilmesi halinde de icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesi  gerekmekte olup İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi  21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin kesin  kararları arasındaki uyuşmazlığın  bu şekilde  giderilmesine karar vermek gerekmiştir.
[/b] 


   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; “Bölge Adliye  Mahkemesi tarafından takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması ve tehiri icra talepli temyiz dilekçesi verilmesi halinde icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesi  gerektiği” nin kabulü ile İstanbul  Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi  12. Hukuk Dairesinin  kesin  kararları arasındaki   uyuşmazlığın  bu şekilde giderilmesine, oy birliği ile  kesin olarak 02/12/2019 tarihinde karar verildi
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 20:04
  • DuraN
[b]T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           

ESAS NO   : 2019/12672
KARAR NO   : 2019/17345   

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRELERİNİN KESİN KARARLARI ARASINDAKİ UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE DAİR
[/b]


TÜRK MİLLETİ ADINA
YARGITAY İLAMI

        İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu 11/10/2019  tarih ve 2019/18 Esas sayılı başvurusunda; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin benzer olayda verdikleri kesin nitelikteki kararları arasında uyuşmazlık bulunduğundan bahisle bu  uyuşmazlığın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Başkanlar Kurulunun Görevleri" başlıklı 35/1-3 maddesi kapsamında giderilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır.

   İstanbul  Bölge Adliye Mahkemesi 21 . Hukuk Dairesi'nin  2017/1959 E.- 2017/2039 K. sayılı  dosyasının incelenmesinde;

    Şikayetçi tarafından hakkında iş Mahkemesinin ilamına dayanılarak icra takibinde bulunulduğu,  takibe dayanak ilama karşı tehir-i icra talepli olarak istinaf yoluna başvurduğu ve dosya borcunu  karşılar teminat mektubu sunularak  90 günlük mehil vesikası alındığı, takibe dayanak ilama ilişkin olarak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesinin vermiş olduğu ilam ile istinaf talebinin esastan reddedildiği, istinaf hükmüne dayanılarak  davalı-alacaklı vekilince dosyada mevcut  teminat mektubunun tazmininin talep edildiği, ancak takibe dayanak kararın miktar itibariyle temyizi kabil bir karar olduğu ve süresi içinde taraflarınca tehir-i icra talepli olarak temyiz yoluna başvurulduğu ve yeniden mehil vesikası talep etmiş olmalarına  rağmen İcra Müdürlüğünce taleplerin  reddedildiği, red kararının İcra İflas Kanunu'nun 36. maddesine aykırı olduğu ileri sürelerek şikayette bulunulduğu, ilk derece mahkemesince şikayetin reddine karar verildiği, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince; İİK’nun 36. maddesinde tehiri icra kararı sonrasında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi halinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan paranın alacaklıya ödeneceği düzenlendiğinden ve takibe konu karara ilişkin olarak istinaf incelemesi sonunda Bölge Adliye Mahkemesi tarafından başvurunun esastan reddine karar verildiğinden icra müdürlüğü tarafından yapılan işlemin İİK'nın 36. maddesine uygun bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine, “kesin” olarak karar verildiği görülmüştür.


   Benzer konuya ilişkin olarak, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 2017/3301 E.- 2017/2642 K.  sayılı dosyasının incelenmesinde;

   Takibe dayanak gösterilen ilama dair istinaf talebinin reddine ilişkin kararın temyiz edilmesi nedeniyle mehil vesikası talep ettikleri, icra müdürünce bu talebin haksız olarak reddine karar verildiği ileri sürülerek şikayette bulunulduğu ilk derece mahkemesince; şikayetin reddine karar verildiği işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye  Mahkemesi   kararının   gerekçe   kısmında;   İcra  İflas  Yasasının  36.  maddesindeki düzenleme ile 6100 sayılı HMK'nun 350. ve 367. maddesindeki düzenlemenin birlikte değerlendirilmesinin gerektiği, HMK'da yapılan düzenlemenin İcra İflas Yasasındaki düzenlemeye göre daha yeni tarihi  içermesi  nedeniyle  öncelikle yeni  tarihli  düzenlemenin dikkate alınmasının zorunluluk olduğu, ayrıca HMK düzenlemesinde istinaf için 350. maddede, temyiz için de 367. maddede ayrı düzenleme bulunduğu dikkate alındığında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın istinaf edilmesi halinde borçlu tarafın teminat yatırarak İİK. 36. maddeden faydalanabileceği gibi, istinaf mahkemesi tarafından istinaf isteminin esastan reddine ilişkin kararın temyiz yolu açık olması halinde de borçlu tarafın HMK'nun 367. maddesi gereğince de bu karara karşı İİK'nun 36. maddedeki düzenleme içeriğine göre teminat yatırarak icranın geri bırakılmasını isteme hakkının bulunduğu, ilk derece mahkemesi kararının HMK'nun 367. maddesine aykırı olduğu ibarelerine yer verilmekle birlikte ilk derece mahkemesi kararının İİK.’nun 363. maddesi gereğince kesin olduğu ve istinaf yoluna başvurulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır.


   Bahsi geçen Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerinin kesin  kararları arasındaki uyuşmazlık, takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması halinde icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.

   2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İcranın geri bırakılması için verilecek süre(2)” başlıklı  36. maddesinin 1.,5. ve 6. fıkrasında "..İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir.   

   Bölge adliye mahkemesince başvurunun haklı görülmesi hâlinde teminatın geri verilip verilmeyeceğine karar verilir. Yargıtayca hükmün bozulması hâlinde borçlunun başvurusu üzerine, bozmanın mahiyetine göre teminatın geri verilip verilmeyeceğine mahkemece kesin olarak karar verilir.

   Bölge adliye mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmesi veya Yargıtayca hükmün onanması hâlinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan para alacaklıya ödenir. Mal ve haklar ise, malın türüne göre icra dairesince paraya çevrilir. İlâm alacaklısının teminat üzerinde rüçhan hakkı vardır." hükmüne yer verilmiştir.

   Buna göre; ilâmı istinaf veya temyiz eden borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehin veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehin veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise, icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’dan karar almak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir.

   Kanun koyucu bahsi geçen maddenin 5. fıkrasında; istinaf başvurusunun haklı görülmesi halinde veya Yargıtayca hükmün bozulması halinde teminatın iade edilip edilmeyeceğini takdire bağlamıştır.

   [b]Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu esastan reddetmesi halinde teminata konu paranın alacaklıya ödenip ödenmeyeceği, mal veya hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrilip çevrilmeyeceği hususuna gelince; kanun koyucu maddenin son fıkrasında yer verdiği “veya” ibaresi ile belli bir sıranın takip edilmesi gerektiğini diğer bir ifadeyle ilk derece mahkemesi tarafından verilen karar nedeniyle yapılan istinaf başvurusunun esastan reddedilmesi halinde temyiz yoluna başvurulmaması durumunda teminata konu paranın alacaklıya ödeneceğini, mal ve hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrileceğini; takibe dayanak ilama ilişkin olarak Bölge Adliye Mahkemesince verilen esastan ret kararına karşı temyiz yolunun açık olması ve verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde ise ancak Yargıtayca kararın onanması durumunda teminata konu olan paranın alacaklıya ödeneceğini, mal ve hakların malın türüne göre icra dairesince paraya çevrileceğini öngörmüştür.

   Bu durumda, ilk derece mahkemesi tarafından verilen karara karşı istinaf başvurusunda bulunulması sırasında tehiri icra talep edilmesi ve icra müdürlüğüne başvurularak gerekli teminatın yatırılması halinde icra müdürlüğünce Bölge Adliye Mahkemesinden tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesinin gerektiği, ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi tarafından takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması ve tehiri icra talepli temyiz dilekçesi verilmesi halinde de icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesi  gerekmekte olup İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi  21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin kesin  kararları arasındaki uyuşmazlığın  bu şekilde  giderilmesine karar vermek gerekmiştir.
[/b] 


   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; “Bölge Adliye  Mahkemesi tarafından takibe dayanak ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi durumunda, işbu karara karşı temyiz yolunun açık olması ve tehiri icra talepli temyiz dilekçesi verilmesi halinde icra müdürlüğünce Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirmek için süre (mehil vesikası) verilmesi  gerektiği” nin kabulü ile İstanbul  Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi  12. Hukuk Dairesinin  kesin  kararları arasındaki   uyuşmazlığın  bu şekilde giderilmesine, oy birliği ile  kesin olarak 02/12/2019 tarihinde karar verildi

Haciz Fekki İçin Yatırılan Teminatın Yatırıldığı An İtibariyle Dosya Borcunu Karşılamalı

T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           
ESAS NO   : 2018/2943
KARAR NO   : 2018/6301   
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Borçlu şirketin icra mahkemesine yaptığı başvuruda, alacaklı tarafından hakkında örnek 4-5 ilâmlı takip başlatıldığını, takibe konu ilamı tehiri icra talepli olarak temyiz ettiklerini ve dosya borcuna istinaden alacağın tamamını karşılayacak miktarı icra dosyasına nakit olarak yatırdıklarını belirterek, menkul ve gayrimenkul malları üzerine konulan haczin kaldırılmasına dair taleplerinin icra müdürlüğünce reddine ilişkin 24.03.2015 tarihli müdürlük kararının iptali ile hacizlerin fekkine karar verilmesini istediği, mahkemece, İİK'nun 36. maddesi gereğince şikayetçi tarafından yatırılan paranın teminat niteliğinde olduğu, icranın geri bırakılmasına ilişkin kararın ibrazı üzerine takibin duracağı, takip konusu borcun da ödenmemiş olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.
[b]İİK'nun 36. maddesi gereğince, Yargıtay'dan tehiri icra kararı alabilmek üzere icra müdürlüğü tarafından mehil verilebilmesi  için  ibraz  edilen  teminat  mektubu veya yatırılan nakdi teminat, ödeme yerine geçmez ise de, borçlu tarafından yatırılan teminatın, yatırıldığı tarih itibari ile takip dosyası alacağını tüm fer’ileri ile birlikte karşılaması halinde, mevcut hacizlerin aşkın hale geleceği kuşkusuz olduğu gibi, hacizlerin devam etmesi İİK.nun 85/son maddesiyle de bağdaşmayacaktır.[/b]
Somut olayda, şikayetçi borçlu tarafından teminat bedeli olarak takip dosyasına 78.000,01 TL'nin nakden yatırıldığı 24.03.2015 tarihli tahsilat makbuzundan anlaşılmaktadır.
O halde, mahkemece, borçlu tarafından mehil vesikası alınması sırasında yatırılan teminatın, o tarih itibariyle dosya alacağının fer'ileriyle birlikte tamamını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ  : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 18-07-2020, Saat: 19:57
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           
ESAS NO   : 2018/2943
KARAR NO   : 2018/6301   
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Borçlu şirketin icra mahkemesine yaptığı başvuruda, alacaklı tarafından hakkında örnek 4-5 ilâmlı takip başlatıldığını, takibe konu ilamı tehiri icra talepli olarak temyiz ettiklerini ve dosya borcuna istinaden alacağın tamamını karşılayacak miktarı icra dosyasına nakit olarak yatırdıklarını belirterek, menkul ve gayrimenkul malları üzerine konulan haczin kaldırılmasına dair taleplerinin icra müdürlüğünce reddine ilişkin 24.03.2015 tarihli müdürlük kararının iptali ile hacizlerin fekkine karar verilmesini istediği, mahkemece, İİK'nun 36. maddesi gereğince şikayetçi tarafından yatırılan paranın teminat niteliğinde olduğu, icranın geri bırakılmasına ilişkin kararın ibrazı üzerine takibin duracağı, takip konusu borcun da ödenmemiş olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.
[b]İİK'nun 36. maddesi gereğince, Yargıtay'dan tehiri icra kararı alabilmek üzere icra müdürlüğü tarafından mehil verilebilmesi  için  ibraz  edilen  teminat  mektubu veya yatırılan nakdi teminat, ödeme yerine geçmez ise de, borçlu tarafından yatırılan teminatın, yatırıldığı tarih itibari ile takip dosyası alacağını tüm fer’ileri ile birlikte karşılaması halinde, mevcut hacizlerin aşkın hale geleceği kuşkusuz olduğu gibi, hacizlerin devam etmesi İİK.nun 85/son maddesiyle de bağdaşmayacaktır.[/b]
Somut olayda, şikayetçi borçlu tarafından teminat bedeli olarak takip dosyasına 78.000,01 TL'nin nakden yatırıldığı 24.03.2015 tarihli tahsilat makbuzundan anlaşılmaktadır.
O halde, mahkemece, borçlu tarafından mehil vesikası alınması sırasında yatırılan teminatın, o tarih itibariyle dosya alacağının fer'ileriyle birlikte tamamını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ  : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

UYAP İcra Daireleri Ekran Kullanım Kılavuzu

UYAP İcra Daireleri Ekran Kullanım Kılavuzunu indirmek için eklentiye tıklayınız.

.pdf   UYAP İcra Daireleri Faaliyetleri Kullanıcı El Kitabı .pdf (Dosya Boyutu: 34.59 MB / İndirme Sayısı: 422)
UYAP İcra Daireleri Ekran Kullanım Kılavuzunu indirmek için eklentiye tıklayınız.

.pdf   UYAP İcra Daireleri Faaliyetleri Kullanıcı El Kitabı .pdf (Dosya Boyutu: 34.59 MB / İndirme Sayısı: 422)

İtirazın iptali davasının, dava şartı arabuluculuk kapsamına girmediği-

İtirazın iptali davasının, dava şartı arabuluculuk kapsamına girmediği-

İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla HMK'nun 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;

[b]GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:[/b]

[b]TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:[/b]

Davacı dava dilekçesinde özetle; davalı kooperatife üye olduğu dönemde ve 2016 yılına kadar kesim ve sürütme işleri yaptığını, çalıştığı yerlerin A.. Köyü sınırları içerisinde olduğunu, yaptığı işlere karşı bakiye kalan 14.620,00 TL alacağının tüm talep ve ihtarlarına rağmen ödenmediğini, D. Noterliği tarafından ihtarname gönderdiğini, davalı kooperatifin kendisine cevap olarak; "alacağın var ancak eski yönetimden alacağın var" diyerek, alacağı olmadığını iddia ettiğini; alacağına karşılık D. İcra Müdürlüğü'nün 2019/3299 Esas sayılı dosyası ile icra takibi yaptığını, davalı kooperatifin haksız ve kötüniyetli olarak icra takibine itiraz ettiğini; davalı kooperatifin ticari defterleri, banka kayıtları ve orman işletmesi kayıtları incelendiğinde alacağının ortaya çıkacağını belirterek, sonuç olarak borçlu kooperatifin haksız ve kötüniyetli yapmış olduğu itirazlarının iptali ile alacağının aynen icra dosyasındaki şekliyle tahsili ile icra takibinin devamına; asıl alacağın %20'sinden aşağı olmamak kaydıyla icra inkâr tazminatı ödemesine hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının davasını usulüne uygun olarak açmadığını, davasını açmadan önce arabulucuya başvurmadığını, arabuluculuk tutanaklarını dosyaya sunmadığını, esas yönünden sunmuş olduğu itirazında ise davalı müvekkilinin davacıya herhangi bir borcunun olmadığını, kooperatif defterleri incelendiğinde bu durumun ortaya çıkacağını, davacıya kötüniyetli olarak açmış olduğu dava sebebiyle asıl alacağın %20'sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatı ödettirilmesini ve davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesini talep etmiştir.

[b]İLK DERECE MAHKEMESİ KARAR ÖZETİ:[/b]

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; "... davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine ...," karar verilmiştir.

Bu karara karşı, davacı tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

[b]İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:[/b]

Davacı, istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemeye dava açtıktan sonra tensip zabtının tebliği ile birlikte arabuluculuk başvurusu yaptığını ve kendisine verilen (1) haftalık kesin süre nedeniyle davadan 09/01/2020 tarihinde takip etmediği için açılmamış sayılmasına karar verilmesini talep ettiğini; 09/01/2020 tarihli dilekçesinin esas alınması ve kabulü ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini; kendisinin vazgeçmesinin sonrasında davalı yanca vekalet sunulması ve cevap verilmesi sebebiyle karşı tarafa vekalet ücreti takdir edilmemesi gerektiğini; eksik inceleme sonucu hatalı olarak verilen mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın açılmamış sayılmasına, karşı tarafa hükmedilen vekalet ücretinin iptaline karar verilmesini talep ederek, istinaf başvurusunda bulunmuştur.

[b]DELİLLER:[/b] D. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 2019/520 Esas - 2020/37 Karar sayılı kararı ve tüm dosya kapsamı.

[b]İNCELEME VE GEREKÇE:[/b]

[b]DAVA;[/b] kooperatif üyesinin, davalı kooperatife karşı başlattığı icra takibine vâki itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın zorunlu arabuluculuğa tâbi olduğu, davacının zorunlu arabuluculuğa başvurmadan dava açtığından bahisle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verildiği, karara karşı davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.

İstinaf incelemesi HMK.'nun 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ile sınırlı olarak ve kamu düzeni yönünden yapılmıştır.

Dosyanın incelenmesinde; davacının, davalı kooperatifin üyesi olduğu dönemde yaptığını belirttiği işlerden doğan alacağının tahsili için icra takibi başlattığı ve itiraz üzerine eldeki davayı açtığı, davanın bu haliyle kooperatif ile üyesi arasındaki bir dava olduğu görülmüştür.

[b]A- Mahkemenin görevi yönünden, kamu düzeni gereği yapılan istinaf incelemesinde;[/b]

Görevle ilgili düzenlemeler; kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir. Taraflar da, yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile resen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 99. maddesine göre; bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davalarının tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 4. maddesinde, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın, bu kanunda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı açıkça düzenlenmiştir. TTK.'nun 5. maddesinde; “aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir” hükmü yer almaktadır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 5-(3) maddesine göre de; Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.

Eldeki dava; kooperatif üyesinin kooperatiften talep ettiği alacağa ilişkin olduğundan 1163 sayılı Kanun'un 99. ve 6102 sayılı TTK.'nun 4 ve 5. maddeleri gereğince ticari dava olduğundan görevli mahkeme Ticaret Mahkemeleridir. Davaya Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla bakılması gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesi sıfatıyla bakılmış olması doğru olmamıştır.

[b]B) Arabuluculuk Dava Şartı Yönünden yapılan istinaf incelemesinde;[/b]

6.12.2018 gün ve 7155 sayılı Kanunun 20. maddesiyle 13.1.2011 gün ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) yine aynı başlık altında 5/A, f. 1 uyarınca, TTK’nin 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, [b]konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri[/b] hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olmasına ilişkin yasal düzenlemenin itirazın iptali davalarında da uygulanması gerekip gerekmediğinin saptanması için özellikle bu davanın hukuksal niteliğinin ve diğer özelliklerinin bağlantılarıyla birlikte saptanması gerekmektedir;

Bu noktada; hukukun, kavramlar ve kurumlardan oluşan bir korelasyon [bağlılaşım] olduğu; ayrıca, Hukuk'ta en pratik şeyin, teori olduğuna ilişkin kabul ile mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan yasal düzenlemelerin “singularia non sunt extenda” istisna olarak kabul edilerek dar yorumlanması gerektiğine ilişkin hukukun temel ilkeleri de dikkate alınarak;

[b]İtirazın iptali davasının hukuksal niteliği:[/b]

İcra İflas Kanunumuzun 18 Şubat 1965 tarih ve 538 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunan 67. maddesinin eski ve yeni metinleri aynen şöyledir;

Eski Şekil :

"Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın ref i talebinde bulunmak istemezse, hakkını almak için umumi hükümler dairesinde mahkemeye müracaat edebilir."

Yeni Şekil :

"Takip talebine itiraz edilen ve itirazın kaldırılması için mercie müracaat etmek istemeyen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, umumi hükümler dairesinde alacağını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir."

Son Fıkra :

"Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır."

Borçlunun itirazının hükümden düşürülerek takibin devamını sağlamayı amaçlayan itirazın iptali davasının hukuki niteliği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Bir görüşe göre; itirazın iptali talebi zorunlu olarak alacağın tahsili talebini de kapsadığından bu dava normal bir eda ( tahsil ) davasıdır (Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2004, s. 221; Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu - Av. Sümer Altay, İcra Hukuku Esasları, 5. Bası, 2010, s. 224, 225 ).

Diğer bir görüşe göre ise itirazın iptali davası mahiyeti itibariyle bir eda davası olmadığı gibi dava sonunda itirazın iptaline dair verilecek ilam da tahsil ilamı değildir. Zira, itirazın iptali davası ile alacaklı mahkemeden borçlunun bir edaya mahkum edilmesini istememekte ve mahkeme de itirazın iptaline karar vermekle borçluyu bir edaya mahkum etmemektedir. İtirazın iptali davası bu nedenlerden dolayı bir tespit davası niteliğindedir (Prof. Dr. Tahir Çağa: Ödeme Emrine İtirazın İptali Davasına Dair; Batider, 1979, C. X, S. 2, s. 408 vd. ).

Bir üçüncü görüşe göre de, İİK'nun 67.maddesinde düzenlenen itirazın iptali davası ne bir tespit davası ne de eda davasıdır. Zira itirazın iptali davasıyla alacaklı ödeme emri ile takip konusu yaptığı alacağın varlığının tespitini talep etmekte ise de davacı sonuç olarak alacağın tahsilini amaçlamaktadır. Bu nedenle itirazın iptali davasının takip hukukuna özgü bir tahsil davası olduğunun kabulü gerekir. İtirazın iptali davası sonucunda tesis edilecek hükmün kapsamı, infazı ve sonuçları da bu görüşü desteklemektedir (Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Meral Surgurtekin Özkan/Muhammet Özekes; İcra ve İflâs Hukuku, Ankara 2013, s. 197-200).

Ancak; İİK'nin 67/1.maddesindeki davada ne bir şeyin verilmesi veya yapılması, ne de yapılmaması talep edilmektedir. Bu davada, iki hususu birden tespit edilecektir. Birincisi, davacının alacağının olduğu, İkincisi ise borçlunun itirazının haksız olduğudur. Burada kanun koyucunun yasallaştırdığı bir "Müsbet Tespiti" davası karşısındayız. Benzer hüküm, 6102 sayılı TTK.'nun 56-(1) maddesinde de vardır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.11.1979 tarih ve 1977/4-993 Esas 1977/1378 Karar sayılı kararında, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi üyesi Yavuz Okçuoğlu tarafından yazılan karşı oy yazısı), (Doç. Dr. Yavuz N. Okçuoğlu; Yargıtay Kararları ve Karşı Oylarım; Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü [Batider]; Ankara, 1991, s:406-415).

Esasen, Yargıtay'ın genel olarak benimsemesi de bu yoldadır (Prof Dr. Ejder Yılmaz: Tahkimde İtirazın İptali Davası ve Tahkime Elverişlilik Kuralı; Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 531-554 [Basım Yılı: 2015] Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ’e Armağan,s:537). Ayrıca, açıkça itirazın iptali davasının bir tespit davası olduğunu belirten kararlar da mevcuttur.

Yargıtay 11. HD.'sinin 1972/1174-1203 sayı ve 14.3.1972 günlü kararında (İBB. Ekim 1972, s:1002-1003):

"Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, davacının esas alacağı yönünden bir tahsil talebi, yani bir eda davası mevcut değildir. Davacı, davalının itirazının iptali ile icranın devamına karar verilmesini istediğine göre, bu talebin Tespit Davası olarak görülmesi ve alacağın tespiti ile iktifa edilerek tahsile müncer olacak şekilde bir karar verilmemesi gerekir. Mahkemece hilafına mütalaa ile tahsil kararı tesis edilmiş olması, HUMK'nun 74. maddesine aykırıdır" (Resmi Kararlar Dergisi, 1972, sayı 9.10, sh.388); Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu (Batider; 1978/IX, 4, sayfa:965-966): Kararın isabetli olduğunu ifade etmiş; ancak, Tahir Çağa'nın yaptığı şekilde inkâr tazminatının ancak itirazın iptali şıkkına münhasır kaldığı yolunda bir netice çıkartmanın doğru olmadığı görüşünü ifade etmiştir.

Yargıtay 4. HD.'sinin 1977/3890,3893,3894 E, 4009, 4008,4007 K.sayılı ve 6.4.1977 T.'li Karar' larında:

"Dava, İİK'nin 67/1. maddesine dayanarak açılmış itirazın iptali davasıdır.

Davada, tahsile ( edaya ) ilişkin bir istek yoktur. Bu haliyle dava, İİK.'nin 67/1. maddesine tam uyan ve niteliği itibariyle bir müspet tespit davasıdır. Niteliği bu olan davada, tahsile ( edaya ) ilişkin bir karar ( inkar tazminatı bölümü hariç ) tesis edilemez. Tahsile ilişkin bir talep de olmadığına göre, itirazın iptali ile yetinilmeyip, itiraz edilen meblağın tahsiline karar verilmesi, HUMK'nin 74. [HMK. m. 26] maddesine de aykırı düşer. Bu nedenlerle, hükmün bozulması gerekir."

Yukarıda belirtilen Yargıtay kararlarında itirazın iptali davasının tespit davası olduğu kabul edilmektedir.

[b]İtirazın iptali davası açılmasında amaç:[/b]

İtiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır; borçlu tarafından alacaklı aleyhine açılan menfi tespit davası alacaklı lehine sonuçlansa dahi ilamsız takibe devam edilemez.

[b]İtirazın iptali davasında verilen kararın niteliği:[/b]

Türk hukukunda genel mahkemelerde icra hukukuna ilişkin olarak itirazın iptali, menfi tespit ve istirdat davaları incelenmektedir. Bilindiği üzere itirazın iptali, alacaklı tarafından itirazı hükümden düşürmek için genel mahkemelerde açılan bir davadır. Mahkeme yaptığı tahkikat sonunda, borçlunun borçlu olduğu kanaatine varırsa, itirazın iptaline karar verir. Bu karar, fer'i icra organ olan genel mahkemelerce ve borçluya karşı verilmektedir. İtirazın iptali kararı ile alacaklı, durmuş olan icra takibine devam edip haciz yapılmasını isteyebilir. Bu anlamda itirazın iptali kararı, alacaklının alacağını tahsili amacına yaklaştırır. Bu nedenle, itirazın iptali kararı bir icra takip işlemidir. Mahkeme, tahkikat sonunda, takip konusu alacağın mevcut olmadığı kanısına varırsa, itirazın iptali davasını reddeder. İtirazın iptali davasının reddine yönelik karar ise, icra takip işlemi değildir. Zira, bu kararın kesinleşmesi ile alacaklının başlattığı takip iptal edilecektir. Bu karar, alacaklıyı alacağına yaklaştırmamakta, aksine takibin iptaline neden olmaktadır. İcra takip işlemin unsurlarını taşımayan bu karar, icra takip işlemi olarak nitelendirilemez [Dr. Nilüfer Boran Güneysu: İcra Takip İşlemleri, TBB Dergisi 2012 (101) s:41].

İtirazın iptali davası sonucunda verilen karar taraflar yönünden kesin hüküm oluşturur (HMK. m. 303) Bu bağlamda, davanın reddi kararın kesinleştiği tarihten başlayarak dava konusu alacak yüzünden alacaklı, davanın kabulü kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren borçlu alacaklıya karşı; kural olarak olumsuz tesbit (menfi tesbit), geri alma (istirdat) davası açamaz.

Yukarıda belirtildiği üzere; Yargıtay, genellikle itirazın iptali davasını bir tespit davası olarak kabul etmektedir (Aksi görüş: HGK.1966/4, 1134 E., 67/615 K.sayılı ve 13.12.1967 T.'li kararı). Ancak, bu karar daha ziyade likid olan ve olmayan alacak konusunda olup, itirazın iptali ve eda davası arasındaki fark üzerinde durulmamış ve münakaşa edilmemiştir.

- Esasen bu bir eda davası olsa idi, maddenin değiştirilmesine ne gerek vardı? Eski şeklinde de eda davası idi.

- Bu bir eda davası olsa idi, son fıkrada eda davası hakkı niçin saklı tutulmuştur?

- Bu bir eda davası olsa idi, neden bir yıllık bir süre ile sınırlandırılsın? Zamanaşımı geçinceye kadar [hatta zamanaşımı süresi geçtikten sonra da] eda davası açılabilir.

Kanun koyucunun, İİK'nin 67/1 ve son fıkralarında iki ayrı davadan bahsetmiş olmasına rağmen, aynı davayı ( eda davasını ) kastetmiş olduğunun kabulü, [Lex semper intendit, quod convenit rationi= kanun daima aklın gereğini amaçlar] hukuk mantığına da aykırı düşer.

O halde, kanun koyucunun, 18 Şubat 1965 tarih ve 538 sayılı Kanunla İİK.'nun 72 maddesinde menfi tespit davasını ve İİK.'nun 67/1. maddesinde ise yeni bir dava türü [Lex specialis], müspet tespit davasını düzenlediğini kabul etmek zorunludur.

[b]İtirazın iptali davasında itiraz nedenleri:[/b]

a-Bizzat alacağın (yahut bunun bir kısımının) mevcudiyetine veya mevcudiyetinin devamına veyahut muacceliyetine; veya

b-Alacaklının alacağı takip yolile dermeyan edebilmek hakkına; takibin bir şartına ve meselâ dermeyan olunan hakkın asla borç için takip usulüne tabi olmadığı iddia edilerek itiraz olunur (Von Overbeck; Tercüme eden Sabri Şakir: İcra ve iflâs kanunu şerhi ve esasları, İstanbul 1929 s:44).

Bu kapsamda; itiraza uğrayan bir takibe karşı açılan itirazın iptali davasında her şeyden önce, alacağın varlığını alacaklı ispat etmek durumundadır. Ancak bu husus, itirazın şekline göre değişebilir. İtiraz, ödemeye, takasa, taliki şartın mevcudiyeti gibi hususlara inhisar ediyorsa, alacak, kural olarak kabul edilmiş olduğundan, artık alacağın ispatına gerek kalmayacak, fakat davalı,itirazın haklılığını ispat durumuna girecektir.

Esasen, itirazın iptali davasının niteliği ve bu dava sonunda tesis edilecek hükmün kapsamı da yukarıda belirtilen tespit davası görüşünü destekler niteliktedir. zira bu iptal davası, icradaki itirazın iptali için açılmıştır. Mahkemenin iptal edeceği itiraz, icrada vaki olan itirazdır. İcradaki itirazın dışında kalan borçlunun sair savunmaları, iptal davasının konusu ve binnetice hakimin inceleme yetkisi dışında kalır.

Tahsil ( eda ) davalarında ise böyle bir sınırlamanın söz konusu olmadığını açıklamaya dahi gerek yoktur.

[b]İtirazın iptali davasında 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 29. maddesi hükmü:[/b]

"İlama (karar) dayanmayan taleplerde alacaklı mahkemeye başvurmak zorunluluğunda kalırsa peşin alınan harç kendisine iade edilir veya alacaklının isteği (talebi) üzerine mahkeme harçlarına mahsup edilir." biçimindeki düzenleme yer aldığından İİK. 67/1. maddesindeki 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılan itirazın iptali davası ile takip arasında bulunan doğrudan organik bağlantıyı göstermektedir.

[b]İtirazın iptali ve eda [tahsil] davası sonucunda verilen hükümlerin infazı:[/b]

a- Hükmün infazı yönünden de her iki dava [eda (tahsil) ve tespit davaları] arasında farklar vardır. Borçlunun itirazı üzerine takip duracaktır ( İİK. m. 66 ). Alacaklı, nasıl ki itirazın kaldırılması için mercie müracaat edip lehine karar aldığı takdirde takibe kaldığı yerden devam edebilecekse (İİK. m. 69/l, m.78/1), itirazın iptaline dair mahkemeden karar alınınca da, ilam icra memuruna ibraz edilerek derdest olan ilamsız icra takibine devam olunacaktır ( Yargıtay 12. HD. 29.4.1971 T. 4740 E., 4812 K.-Resmi Kararlar Dergisi, 1971, sayı 8, sh.244 ).

Oysa, tahsile dair ilam alındığı takdirde, artık ilamsız takip söz konusu olamayacak, İİK'nun 32 ve devamı maddeleri gereğince ilamların icrası yoluna başvurmak gerekecektir (Adnan Deynekli - Sedat Kısa: İtirazın İptali Davaları; Turhan Kitabevi, Ankara, 1999, s:80), (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 26.05.2017 tarih ve 2017/2 E., 2017/3 K., sayılı kararı). Her iki takip yolu ve usulü değişiktir: Örneğin, birinde ödeme emri, diğerinde icra emri çıkar. İlamsız takipte, borçlu her türlü itirazı ileri sürebilir; icra emrine karşı ise sadece ödeme, zamanaşımı ve imhal nedeniyle itiraz edilebilir.

Hükmün sonuçları bakımından da her iki dava arasında fark vardır: İtirazın iptali davası ile tahsil davası, her ikisi de müspet sonuçlanmışsa, her ikisi de alacağın varlığı yönünden kesin hüküm teşkil eder. Ancak, tahsil davasında borçlunun borcunu ödememiş olduğu da bir kesin hüküm halinde tecelli ettiği halde, örneğin imza inkarına dayanan bir itirazın iptali davasında, sadece imzanın borçluya ait bulunduğu kesin hüküm halinde belirir. Borçlu, itirazın iptali davası kabul edilmiş olmasına rağmen, pekala sonradan tediye savunmasına dayanarak İİK.'nun 72'ye göre bir menfi tespit davası açabilir. Oysa, tahsile ilişkin ilam için bunu söyleyemeyiz. Şartları varsa, iadei muhakeme veya belki haksız iktisap hükümlerine başvurabilir.

Açılış, rüyet şartları ve sonuçları bakımından aralarında bu kadar fark olan iki davanın bir arada görülmesi de mümkün değildir.

Diğer yandan, eda davalarında hukuki yararın mevcudiyeti asıl olup, davacı ayrıca hukuki yararı olduğunu ispat etmekle yükümlü değildir. Oysa, tespit davalarında hukuki yarar dava şartıdır ve davacı böyle bir yararı olduğunu ispat etmelidir. O halde, eda davası açıldığı takdirde, bir tespit davası niteliğinde olan itirazın iptali davasını da açmakta alacaklının bir yararı olmadığından veya kalmadığından, itirazın iptali davasının eda davası ile birlikte görülememesi gerekir. Nitekim, TTK'nin 56. maddesinde beş nev'i türü gösterilmiştir. Bu davalardan birincisi, "Fiilin haksız olup olmadığının tespiti" davası, ikincisi "Haksız rekabetin men'i" davasıdır. Bu davalar ayrı ayrı açılabileceği gibi, kural olarak hep birlikte açılabilir (yani bir davada). Ancak, haksız rekabetin men'i davasında, fiilin haksız olup olmadığının öncelikle tespiti gerekmesine binaen, 56-(1) gereğince açılacak davada, artık hukuki yarar kalmadığının kabulü gerekir (Bu istikamette; Yargıtay 4. HD.'sinin 11.2.1972 T., 971/12331 E., 972/1080 K. sayılı kararı).

b-İtirazın iptali davası sonucunda verilen hükme dayalı olarak doğrudan iflas davası açılabilir mi? Yargıtayımızın belirttiği yöndeki "Tespit davası" yaklaşımına dayalı çözüm tarzı; alacaklının elde ettiği sadece itirazın iptâli hakkındaki hüküm özeti ile sınırlı ilâma dayanarak doğrudan doğruya iflas davası açmasına da İİK. m.177. b.4 uyarınca engel teşkil etmektedir (Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu [Kitabın yazarı ve 1-4 basıları yapan] - [Kitabı 5. Basıya hazırlayan] Av. Sümer Altay: İcra Hukuku Esasları, 5. Bası İstanbul 2010 s:226), (Yargıtay 19. HD.'sinin 29.5.2008 tarih ve E: 2008/2487 - K: 2008/5950 sayılı ilamı).

Borçlular hakkında genel haciz yolu ile icra takibi yapılmış, borçluların itirazı üzerine alacaklı İİK.nun 67. maddesi gereğince itirazın iptalini istemiş, sonuçta mahkemece itirazın iptaline karar verilmiştir. Alacaklı, bu ilamı aynı takip dosyasına ibrazla, asıl alacak yönünden önceki talebi doğrultusunda icra takibini sürdürebilir. Bu kısımlar yönünden yeni bir icra takibi yapamaz. Ancak, itirazın iptaline dair ilamdaki edayı içeren kısımlar olan %20 inkar tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama gideri gibi ilk defa hüküm altına alınan alacaklar yönünden aynı takip üzerinden icra emri gönderilmesi gerekir (Yargıtay 8. HD. 13/01/2014 tarih ve E:2013/12873-K:2014/62 sayılı ilamı).

c-İtirazın iptali davasında verilen hükmün yabancı ülkede tenfizi mümkün mü? Davanın hukuki niteliği hakkındaki bu hukuki tartışma, davanın sonunda verilecek karara bağlanan hukuki sonuçları etkilemektedir. Bu konuya ilişkin olarak Fransa'da yürütülen bir tenfiz davasında; söz konusu somut olayda; borçlu hakkında Türkiye'de başlatılan ilamsız icra takibine karşı yapılan itirazın iptali için mahkemede açılan itirazın iptali davasında mahkemece "borçlunun itirazının iptaline ve takibin devamına" karar verilmiş, ancak borçlunun Türkiye'deki mal varlığından borcun tahsil edilemeyeceği ve fakat borçlunun Fransa'da mallarının bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine, alacaklının alacağını tahsil etmek amacıyla borçlu aleyhine Türk mahkemesinden alınmış olan itirazın iptali kararının Fransa'da tenfizi için Paris İlk Derece Mahkemesine başvurulmuştur. Ancak mahkemece, itirazın iptali davasının bir tespit davası olduğu, verilen kararın tespit hükmü içerdiği ve kararın icra edilebilir olmadığından bahisle tenfiz talebi reddedilmiştir (Av. Rıza Gümbüşoğlu - Av. Melis Sılacı - Av. Ezgi Kut: İtirazın İptali Kararlarının Tenfiz Kabiliyeti Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 2016, cilt 42, sayı 1-2, s:271).

Yukarıdaki ayrıntılı açıklamalarla birlikte icra takibiyle itirazın iptali davası arasındaki organik bağ da dikkate alındığında; [itirazın iptali] dava[sını] karakterize eden öğeler, borçlunun, itirazının iptaline ve takibin devamına karar verilmesiyle icra inkâr tazminatına çarptırılmasıdır (İİK m 67). Bu boyutları itibariyle sözü edilen dava, takip prosedürünün bütünü içinde yer alan, esas itibariyle onun ayrılmaz bir parçasını oluşturan ve takibin işleyişini sağlamaya yönelmiş bulunan bir dava konumunda bulunduğu için, dava şartı arabuluculuk kurumunun kapsamın dışında kalır. Hatta itirazın iptali davasının, hukuki niteliği itibariyle, sadece borçlunun, itirazının iptali ve takibin devamına karar verilmesiyle icra inkâr tazminatına çarptırılmasını hedefleyen bir tespit davası olduğu yönündeki düşünce kabul edilecek olursa, dava zaten bir alacak davası olma kimliğinden tümüyle soyutlanacağı için, yapılmış bulunan bu çözümlemeye, daha kolaylıkla ulaşılabilir (Prof. Dr. Süha Tanrıver; Dava Şartı Arabuluculuk Üzerine Bazı Düşünceler: TBB Dergisi 2020 [147] Mart-Nisan,Yıl:32, s:123); itirazın iptali davasının, hukuksal niteliği itibariyle müspet tespit davası olduğu; bu kapsamda, müspet tespit davasının dava şartı arabuluculuk kapsamına girmediği, değerlendirilmiştir (Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Olarak Arabuluculuk Hakkında Usûl Hukuku Bakımından Bazı Değerlendirme: Doç. Dr. Cenk Akil; TAAD, Yıl: 11, Sayı: 41 (Ocak 2020) s:322).

Tüm bu açıklamalara, 6100 sayılı HMK.'nın 355 ve 353/1-a-3 ve 4. Maddeleri uyarınca mahkemenin görevi ile diğer dava şartlarına ilişkin istinaf incelemesinin birlikte yapılmasına bir engel bulunmamasına göre; ilk derece mahkemesi kararının, yukarıda (A) bendinde açıklanan nedenlerle mahkemenin görevsiz olması, (B) bendinde açıklanan nedenlerle de eldeki davanın zorunlu arabuluculuk dava şartına tabi olmaması nedeni 6100 sayılı HMK.'nın 353/1-a-3 ve 4 bentleri gereğince kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.

[b]HÜKÜM: [/b]Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-       Davacının ilk derece mahkemesinin kararına ilişkin istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-3. ve 4. bentleri gereğince; yukarıda açılanan hususlara ilişkin olmak üzere ESASTAN KABULÜNE,

2-       6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-3. ve 4. bentleri gereğince; D. 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'nin 20/01/2020 tarih, 2019/520 Esas ve 2020/37 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3-       Dosyanın açıklanan eksikliklerin giderilmesi için 6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-)-6)-3) maddesi gereğince D. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne GÖNDERİLMESİNE,

4-       İstinaf Karar Harcının, talebi halinde ve ilk derece mahkemesince istinaf edene iadesine,

5-       İstinaf eden tarafından yapılan İstinaf başvuru giderlerinin, esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesi tarafından değerlendirilmesine,

6-       Kararın, 6100 sayılı HMK'nun 359-(3) maddesi uyarınca; ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğine,

7-       İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,

8-       Davacının diğer istinaf nedenlerinin kararın kaldırılması nedenine göre bu aşamada incelenmesine yer olmadığına,

İlişkin; Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 362. maddesi uyarınca KESİN olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 17/06/2020

Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. HD. 17.06.2020 T. E: 808, K: 670
  • Yorum Yok
  • 14-07-2020, Saat: 10:30
  • DuraN
İtirazın iptali davasının, dava şartı arabuluculuk kapsamına girmediği-

İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla HMK'nun 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;

[b]GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:[/b]

[b]TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:[/b]

Davacı dava dilekçesinde özetle; davalı kooperatife üye olduğu dönemde ve 2016 yılına kadar kesim ve sürütme işleri yaptığını, çalıştığı yerlerin A.. Köyü sınırları içerisinde olduğunu, yaptığı işlere karşı bakiye kalan 14.620,00 TL alacağının tüm talep ve ihtarlarına rağmen ödenmediğini, D. Noterliği tarafından ihtarname gönderdiğini, davalı kooperatifin kendisine cevap olarak; "alacağın var ancak eski yönetimden alacağın var" diyerek, alacağı olmadığını iddia ettiğini; alacağına karşılık D. İcra Müdürlüğü'nün 2019/3299 Esas sayılı dosyası ile icra takibi yaptığını, davalı kooperatifin haksız ve kötüniyetli olarak icra takibine itiraz ettiğini; davalı kooperatifin ticari defterleri, banka kayıtları ve orman işletmesi kayıtları incelendiğinde alacağının ortaya çıkacağını belirterek, sonuç olarak borçlu kooperatifin haksız ve kötüniyetli yapmış olduğu itirazlarının iptali ile alacağının aynen icra dosyasındaki şekliyle tahsili ile icra takibinin devamına; asıl alacağın %20'sinden aşağı olmamak kaydıyla icra inkâr tazminatı ödemesine hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının davasını usulüne uygun olarak açmadığını, davasını açmadan önce arabulucuya başvurmadığını, arabuluculuk tutanaklarını dosyaya sunmadığını, esas yönünden sunmuş olduğu itirazında ise davalı müvekkilinin davacıya herhangi bir borcunun olmadığını, kooperatif defterleri incelendiğinde bu durumun ortaya çıkacağını, davacıya kötüniyetli olarak açmış olduğu dava sebebiyle asıl alacağın %20'sinden aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatı ödettirilmesini ve davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesini talep etmiştir.

[b]İLK DERECE MAHKEMESİ KARAR ÖZETİ:[/b]

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; "... davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine ...," karar verilmiştir.

Bu karara karşı, davacı tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

[b]İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:[/b]

Davacı, istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemeye dava açtıktan sonra tensip zabtının tebliği ile birlikte arabuluculuk başvurusu yaptığını ve kendisine verilen (1) haftalık kesin süre nedeniyle davadan 09/01/2020 tarihinde takip etmediği için açılmamış sayılmasına karar verilmesini talep ettiğini; 09/01/2020 tarihli dilekçesinin esas alınması ve kabulü ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini; kendisinin vazgeçmesinin sonrasında davalı yanca vekalet sunulması ve cevap verilmesi sebebiyle karşı tarafa vekalet ücreti takdir edilmemesi gerektiğini; eksik inceleme sonucu hatalı olarak verilen mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın açılmamış sayılmasına, karşı tarafa hükmedilen vekalet ücretinin iptaline karar verilmesini talep ederek, istinaf başvurusunda bulunmuştur.

[b]DELİLLER:[/b] D. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 2019/520 Esas - 2020/37 Karar sayılı kararı ve tüm dosya kapsamı.

[b]İNCELEME VE GEREKÇE:[/b]

[b]DAVA;[/b] kooperatif üyesinin, davalı kooperatife karşı başlattığı icra takibine vâki itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın zorunlu arabuluculuğa tâbi olduğu, davacının zorunlu arabuluculuğa başvurmadan dava açtığından bahisle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verildiği, karara karşı davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.

İstinaf incelemesi HMK.'nun 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ile sınırlı olarak ve kamu düzeni yönünden yapılmıştır.

Dosyanın incelenmesinde; davacının, davalı kooperatifin üyesi olduğu dönemde yaptığını belirttiği işlerden doğan alacağının tahsili için icra takibi başlattığı ve itiraz üzerine eldeki davayı açtığı, davanın bu haliyle kooperatif ile üyesi arasındaki bir dava olduğu görülmüştür.

[b]A- Mahkemenin görevi yönünden, kamu düzeni gereği yapılan istinaf incelemesinde;[/b]

Görevle ilgili düzenlemeler; kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir. Taraflar da, yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile resen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 99. maddesine göre; bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davalarının tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 4. maddesinde, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın, bu kanunda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı açıkça düzenlenmiştir. TTK.'nun 5. maddesinde; “aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir” hükmü yer almaktadır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 5-(3) maddesine göre de; Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.

Eldeki dava; kooperatif üyesinin kooperatiften talep ettiği alacağa ilişkin olduğundan 1163 sayılı Kanun'un 99. ve 6102 sayılı TTK.'nun 4 ve 5. maddeleri gereğince ticari dava olduğundan görevli mahkeme Ticaret Mahkemeleridir. Davaya Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla bakılması gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesi sıfatıyla bakılmış olması doğru olmamıştır.

[b]B) Arabuluculuk Dava Şartı Yönünden yapılan istinaf incelemesinde;[/b]

6.12.2018 gün ve 7155 sayılı Kanunun 20. maddesiyle 13.1.2011 gün ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) yine aynı başlık altında 5/A, f. 1 uyarınca, TTK’nin 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, [b]konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri[/b] hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olmasına ilişkin yasal düzenlemenin itirazın iptali davalarında da uygulanması gerekip gerekmediğinin saptanması için özellikle bu davanın hukuksal niteliğinin ve diğer özelliklerinin bağlantılarıyla birlikte saptanması gerekmektedir;

Bu noktada; hukukun, kavramlar ve kurumlardan oluşan bir korelasyon [bağlılaşım] olduğu; ayrıca, Hukuk'ta en pratik şeyin, teori olduğuna ilişkin kabul ile mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan yasal düzenlemelerin “singularia non sunt extenda” istisna olarak kabul edilerek dar yorumlanması gerektiğine ilişkin hukukun temel ilkeleri de dikkate alınarak;

[b]İtirazın iptali davasının hukuksal niteliği:[/b]

İcra İflas Kanunumuzun 18 Şubat 1965 tarih ve 538 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunan 67. maddesinin eski ve yeni metinleri aynen şöyledir;

Eski Şekil :

"Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın ref i talebinde bulunmak istemezse, hakkını almak için umumi hükümler dairesinde mahkemeye müracaat edebilir."

Yeni Şekil :

"Takip talebine itiraz edilen ve itirazın kaldırılması için mercie müracaat etmek istemeyen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, umumi hükümler dairesinde alacağını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir."

Son Fıkra :

"Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır."

Borçlunun itirazının hükümden düşürülerek takibin devamını sağlamayı amaçlayan itirazın iptali davasının hukuki niteliği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Bir görüşe göre; itirazın iptali talebi zorunlu olarak alacağın tahsili talebini de kapsadığından bu dava normal bir eda ( tahsil ) davasıdır (Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2004, s. 221; Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu - Av. Sümer Altay, İcra Hukuku Esasları, 5. Bası, 2010, s. 224, 225 ).

Diğer bir görüşe göre ise itirazın iptali davası mahiyeti itibariyle bir eda davası olmadığı gibi dava sonunda itirazın iptaline dair verilecek ilam da tahsil ilamı değildir. Zira, itirazın iptali davası ile alacaklı mahkemeden borçlunun bir edaya mahkum edilmesini istememekte ve mahkeme de itirazın iptaline karar vermekle borçluyu bir edaya mahkum etmemektedir. İtirazın iptali davası bu nedenlerden dolayı bir tespit davası niteliğindedir (Prof. Dr. Tahir Çağa: Ödeme Emrine İtirazın İptali Davasına Dair; Batider, 1979, C. X, S. 2, s. 408 vd. ).

Bir üçüncü görüşe göre de, İİK'nun 67.maddesinde düzenlenen itirazın iptali davası ne bir tespit davası ne de eda davasıdır. Zira itirazın iptali davasıyla alacaklı ödeme emri ile takip konusu yaptığı alacağın varlığının tespitini talep etmekte ise de davacı sonuç olarak alacağın tahsilini amaçlamaktadır. Bu nedenle itirazın iptali davasının takip hukukuna özgü bir tahsil davası olduğunun kabulü gerekir. İtirazın iptali davası sonucunda tesis edilecek hükmün kapsamı, infazı ve sonuçları da bu görüşü desteklemektedir (Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Meral Surgurtekin Özkan/Muhammet Özekes; İcra ve İflâs Hukuku, Ankara 2013, s. 197-200).

Ancak; İİK'nin 67/1.maddesindeki davada ne bir şeyin verilmesi veya yapılması, ne de yapılmaması talep edilmektedir. Bu davada, iki hususu birden tespit edilecektir. Birincisi, davacının alacağının olduğu, İkincisi ise borçlunun itirazının haksız olduğudur. Burada kanun koyucunun yasallaştırdığı bir "Müsbet Tespiti" davası karşısındayız. Benzer hüküm, 6102 sayılı TTK.'nun 56-(1) maddesinde de vardır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.11.1979 tarih ve 1977/4-993 Esas 1977/1378 Karar sayılı kararında, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi üyesi Yavuz Okçuoğlu tarafından yazılan karşı oy yazısı), (Doç. Dr. Yavuz N. Okçuoğlu; Yargıtay Kararları ve Karşı Oylarım; Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü [Batider]; Ankara, 1991, s:406-415).

Esasen, Yargıtay'ın genel olarak benimsemesi de bu yoldadır (Prof Dr. Ejder Yılmaz: Tahkimde İtirazın İptali Davası ve Tahkime Elverişlilik Kuralı; Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 531-554 [Basım Yılı: 2015] Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ’e Armağan,s:537). Ayrıca, açıkça itirazın iptali davasının bir tespit davası olduğunu belirten kararlar da mevcuttur.

Yargıtay 11. HD.'sinin 1972/1174-1203 sayı ve 14.3.1972 günlü kararında (İBB. Ekim 1972, s:1002-1003):

"Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, davacının esas alacağı yönünden bir tahsil talebi, yani bir eda davası mevcut değildir. Davacı, davalının itirazının iptali ile icranın devamına karar verilmesini istediğine göre, bu talebin Tespit Davası olarak görülmesi ve alacağın tespiti ile iktifa edilerek tahsile müncer olacak şekilde bir karar verilmemesi gerekir. Mahkemece hilafına mütalaa ile tahsil kararı tesis edilmiş olması, HUMK'nun 74. maddesine aykırıdır" (Resmi Kararlar Dergisi, 1972, sayı 9.10, sh.388); Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu (Batider; 1978/IX, 4, sayfa:965-966): Kararın isabetli olduğunu ifade etmiş; ancak, Tahir Çağa'nın yaptığı şekilde inkâr tazminatının ancak itirazın iptali şıkkına münhasır kaldığı yolunda bir netice çıkartmanın doğru olmadığı görüşünü ifade etmiştir.

Yargıtay 4. HD.'sinin 1977/3890,3893,3894 E, 4009, 4008,4007 K.sayılı ve 6.4.1977 T.'li Karar' larında:

"Dava, İİK'nin 67/1. maddesine dayanarak açılmış itirazın iptali davasıdır.

Davada, tahsile ( edaya ) ilişkin bir istek yoktur. Bu haliyle dava, İİK.'nin 67/1. maddesine tam uyan ve niteliği itibariyle bir müspet tespit davasıdır. Niteliği bu olan davada, tahsile ( edaya ) ilişkin bir karar ( inkar tazminatı bölümü hariç ) tesis edilemez. Tahsile ilişkin bir talep de olmadığına göre, itirazın iptali ile yetinilmeyip, itiraz edilen meblağın tahsiline karar verilmesi, HUMK'nin 74. [HMK. m. 26] maddesine de aykırı düşer. Bu nedenlerle, hükmün bozulması gerekir."

Yukarıda belirtilen Yargıtay kararlarında itirazın iptali davasının tespit davası olduğu kabul edilmektedir.

[b]İtirazın iptali davası açılmasında amaç:[/b]

İtiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır; borçlu tarafından alacaklı aleyhine açılan menfi tespit davası alacaklı lehine sonuçlansa dahi ilamsız takibe devam edilemez.

[b]İtirazın iptali davasında verilen kararın niteliği:[/b]

Türk hukukunda genel mahkemelerde icra hukukuna ilişkin olarak itirazın iptali, menfi tespit ve istirdat davaları incelenmektedir. Bilindiği üzere itirazın iptali, alacaklı tarafından itirazı hükümden düşürmek için genel mahkemelerde açılan bir davadır. Mahkeme yaptığı tahkikat sonunda, borçlunun borçlu olduğu kanaatine varırsa, itirazın iptaline karar verir. Bu karar, fer'i icra organ olan genel mahkemelerce ve borçluya karşı verilmektedir. İtirazın iptali kararı ile alacaklı, durmuş olan icra takibine devam edip haciz yapılmasını isteyebilir. Bu anlamda itirazın iptali kararı, alacaklının alacağını tahsili amacına yaklaştırır. Bu nedenle, itirazın iptali kararı bir icra takip işlemidir. Mahkeme, tahkikat sonunda, takip konusu alacağın mevcut olmadığı kanısına varırsa, itirazın iptali davasını reddeder. İtirazın iptali davasının reddine yönelik karar ise, icra takip işlemi değildir. Zira, bu kararın kesinleşmesi ile alacaklının başlattığı takip iptal edilecektir. Bu karar, alacaklıyı alacağına yaklaştırmamakta, aksine takibin iptaline neden olmaktadır. İcra takip işlemin unsurlarını taşımayan bu karar, icra takip işlemi olarak nitelendirilemez [Dr. Nilüfer Boran Güneysu: İcra Takip İşlemleri, TBB Dergisi 2012 (101) s:41].

İtirazın iptali davası sonucunda verilen karar taraflar yönünden kesin hüküm oluşturur (HMK. m. 303) Bu bağlamda, davanın reddi kararın kesinleştiği tarihten başlayarak dava konusu alacak yüzünden alacaklı, davanın kabulü kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren borçlu alacaklıya karşı; kural olarak olumsuz tesbit (menfi tesbit), geri alma (istirdat) davası açamaz.

Yukarıda belirtildiği üzere; Yargıtay, genellikle itirazın iptali davasını bir tespit davası olarak kabul etmektedir (Aksi görüş: HGK.1966/4, 1134 E., 67/615 K.sayılı ve 13.12.1967 T.'li kararı). Ancak, bu karar daha ziyade likid olan ve olmayan alacak konusunda olup, itirazın iptali ve eda davası arasındaki fark üzerinde durulmamış ve münakaşa edilmemiştir.

- Esasen bu bir eda davası olsa idi, maddenin değiştirilmesine ne gerek vardı? Eski şeklinde de eda davası idi.

- Bu bir eda davası olsa idi, son fıkrada eda davası hakkı niçin saklı tutulmuştur?

- Bu bir eda davası olsa idi, neden bir yıllık bir süre ile sınırlandırılsın? Zamanaşımı geçinceye kadar [hatta zamanaşımı süresi geçtikten sonra da] eda davası açılabilir.

Kanun koyucunun, İİK'nin 67/1 ve son fıkralarında iki ayrı davadan bahsetmiş olmasına rağmen, aynı davayı ( eda davasını ) kastetmiş olduğunun kabulü, [Lex semper intendit, quod convenit rationi= kanun daima aklın gereğini amaçlar] hukuk mantığına da aykırı düşer.

O halde, kanun koyucunun, 18 Şubat 1965 tarih ve 538 sayılı Kanunla İİK.'nun 72 maddesinde menfi tespit davasını ve İİK.'nun 67/1. maddesinde ise yeni bir dava türü [Lex specialis], müspet tespit davasını düzenlediğini kabul etmek zorunludur.

[b]İtirazın iptali davasında itiraz nedenleri:[/b]

a-Bizzat alacağın (yahut bunun bir kısımının) mevcudiyetine veya mevcudiyetinin devamına veyahut muacceliyetine; veya

b-Alacaklının alacağı takip yolile dermeyan edebilmek hakkına; takibin bir şartına ve meselâ dermeyan olunan hakkın asla borç için takip usulüne tabi olmadığı iddia edilerek itiraz olunur (Von Overbeck; Tercüme eden Sabri Şakir: İcra ve iflâs kanunu şerhi ve esasları, İstanbul 1929 s:44).

Bu kapsamda; itiraza uğrayan bir takibe karşı açılan itirazın iptali davasında her şeyden önce, alacağın varlığını alacaklı ispat etmek durumundadır. Ancak bu husus, itirazın şekline göre değişebilir. İtiraz, ödemeye, takasa, taliki şartın mevcudiyeti gibi hususlara inhisar ediyorsa, alacak, kural olarak kabul edilmiş olduğundan, artık alacağın ispatına gerek kalmayacak, fakat davalı,itirazın haklılığını ispat durumuna girecektir.

Esasen, itirazın iptali davasının niteliği ve bu dava sonunda tesis edilecek hükmün kapsamı da yukarıda belirtilen tespit davası görüşünü destekler niteliktedir. zira bu iptal davası, icradaki itirazın iptali için açılmıştır. Mahkemenin iptal edeceği itiraz, icrada vaki olan itirazdır. İcradaki itirazın dışında kalan borçlunun sair savunmaları, iptal davasının konusu ve binnetice hakimin inceleme yetkisi dışında kalır.

Tahsil ( eda ) davalarında ise böyle bir sınırlamanın söz konusu olmadığını açıklamaya dahi gerek yoktur.

[b]İtirazın iptali davasında 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 29. maddesi hükmü:[/b]

"İlama (karar) dayanmayan taleplerde alacaklı mahkemeye başvurmak zorunluluğunda kalırsa peşin alınan harç kendisine iade edilir veya alacaklının isteği (talebi) üzerine mahkeme harçlarına mahsup edilir." biçimindeki düzenleme yer aldığından İİK. 67/1. maddesindeki 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılan itirazın iptali davası ile takip arasında bulunan doğrudan organik bağlantıyı göstermektedir.

[b]İtirazın iptali ve eda [tahsil] davası sonucunda verilen hükümlerin infazı:[/b]

a- Hükmün infazı yönünden de her iki dava [eda (tahsil) ve tespit davaları] arasında farklar vardır. Borçlunun itirazı üzerine takip duracaktır ( İİK. m. 66 ). Alacaklı, nasıl ki itirazın kaldırılması için mercie müracaat edip lehine karar aldığı takdirde takibe kaldığı yerden devam edebilecekse (İİK. m. 69/l, m.78/1), itirazın iptaline dair mahkemeden karar alınınca da, ilam icra memuruna ibraz edilerek derdest olan ilamsız icra takibine devam olunacaktır ( Yargıtay 12. HD. 29.4.1971 T. 4740 E., 4812 K.-Resmi Kararlar Dergisi, 1971, sayı 8, sh.244 ).

Oysa, tahsile dair ilam alındığı takdirde, artık ilamsız takip söz konusu olamayacak, İİK'nun 32 ve devamı maddeleri gereğince ilamların icrası yoluna başvurmak gerekecektir (Adnan Deynekli - Sedat Kısa: İtirazın İptali Davaları; Turhan Kitabevi, Ankara, 1999, s:80), (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 26.05.2017 tarih ve 2017/2 E., 2017/3 K., sayılı kararı). Her iki takip yolu ve usulü değişiktir: Örneğin, birinde ödeme emri, diğerinde icra emri çıkar. İlamsız takipte, borçlu her türlü itirazı ileri sürebilir; icra emrine karşı ise sadece ödeme, zamanaşımı ve imhal nedeniyle itiraz edilebilir.

Hükmün sonuçları bakımından da her iki dava arasında fark vardır: İtirazın iptali davası ile tahsil davası, her ikisi de müspet sonuçlanmışsa, her ikisi de alacağın varlığı yönünden kesin hüküm teşkil eder. Ancak, tahsil davasında borçlunun borcunu ödememiş olduğu da bir kesin hüküm halinde tecelli ettiği halde, örneğin imza inkarına dayanan bir itirazın iptali davasında, sadece imzanın borçluya ait bulunduğu kesin hüküm halinde belirir. Borçlu, itirazın iptali davası kabul edilmiş olmasına rağmen, pekala sonradan tediye savunmasına dayanarak İİK.'nun 72'ye göre bir menfi tespit davası açabilir. Oysa, tahsile ilişkin ilam için bunu söyleyemeyiz. Şartları varsa, iadei muhakeme veya belki haksız iktisap hükümlerine başvurabilir.

Açılış, rüyet şartları ve sonuçları bakımından aralarında bu kadar fark olan iki davanın bir arada görülmesi de mümkün değildir.

Diğer yandan, eda davalarında hukuki yararın mevcudiyeti asıl olup, davacı ayrıca hukuki yararı olduğunu ispat etmekle yükümlü değildir. Oysa, tespit davalarında hukuki yarar dava şartıdır ve davacı böyle bir yararı olduğunu ispat etmelidir. O halde, eda davası açıldığı takdirde, bir tespit davası niteliğinde olan itirazın iptali davasını da açmakta alacaklının bir yararı olmadığından veya kalmadığından, itirazın iptali davasının eda davası ile birlikte görülememesi gerekir. Nitekim, TTK'nin 56. maddesinde beş nev'i türü gösterilmiştir. Bu davalardan birincisi, "Fiilin haksız olup olmadığının tespiti" davası, ikincisi "Haksız rekabetin men'i" davasıdır. Bu davalar ayrı ayrı açılabileceği gibi, kural olarak hep birlikte açılabilir (yani bir davada). Ancak, haksız rekabetin men'i davasında, fiilin haksız olup olmadığının öncelikle tespiti gerekmesine binaen, 56-(1) gereğince açılacak davada, artık hukuki yarar kalmadığının kabulü gerekir (Bu istikamette; Yargıtay 4. HD.'sinin 11.2.1972 T., 971/12331 E., 972/1080 K. sayılı kararı).

b-İtirazın iptali davası sonucunda verilen hükme dayalı olarak doğrudan iflas davası açılabilir mi? Yargıtayımızın belirttiği yöndeki "Tespit davası" yaklaşımına dayalı çözüm tarzı; alacaklının elde ettiği sadece itirazın iptâli hakkındaki hüküm özeti ile sınırlı ilâma dayanarak doğrudan doğruya iflas davası açmasına da İİK. m.177. b.4 uyarınca engel teşkil etmektedir (Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu [Kitabın yazarı ve 1-4 basıları yapan] - [Kitabı 5. Basıya hazırlayan] Av. Sümer Altay: İcra Hukuku Esasları, 5. Bası İstanbul 2010 s:226), (Yargıtay 19. HD.'sinin 29.5.2008 tarih ve E: 2008/2487 - K: 2008/5950 sayılı ilamı).

Borçlular hakkında genel haciz yolu ile icra takibi yapılmış, borçluların itirazı üzerine alacaklı İİK.nun 67. maddesi gereğince itirazın iptalini istemiş, sonuçta mahkemece itirazın iptaline karar verilmiştir. Alacaklı, bu ilamı aynı takip dosyasına ibrazla, asıl alacak yönünden önceki talebi doğrultusunda icra takibini sürdürebilir. Bu kısımlar yönünden yeni bir icra takibi yapamaz. Ancak, itirazın iptaline dair ilamdaki edayı içeren kısımlar olan %20 inkar tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama gideri gibi ilk defa hüküm altına alınan alacaklar yönünden aynı takip üzerinden icra emri gönderilmesi gerekir (Yargıtay 8. HD. 13/01/2014 tarih ve E:2013/12873-K:2014/62 sayılı ilamı).

c-İtirazın iptali davasında verilen hükmün yabancı ülkede tenfizi mümkün mü? Davanın hukuki niteliği hakkındaki bu hukuki tartışma, davanın sonunda verilecek karara bağlanan hukuki sonuçları etkilemektedir. Bu konuya ilişkin olarak Fransa'da yürütülen bir tenfiz davasında; söz konusu somut olayda; borçlu hakkında Türkiye'de başlatılan ilamsız icra takibine karşı yapılan itirazın iptali için mahkemede açılan itirazın iptali davasında mahkemece "borçlunun itirazının iptaline ve takibin devamına" karar verilmiş, ancak borçlunun Türkiye'deki mal varlığından borcun tahsil edilemeyeceği ve fakat borçlunun Fransa'da mallarının bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine, alacaklının alacağını tahsil etmek amacıyla borçlu aleyhine Türk mahkemesinden alınmış olan itirazın iptali kararının Fransa'da tenfizi için Paris İlk Derece Mahkemesine başvurulmuştur. Ancak mahkemece, itirazın iptali davasının bir tespit davası olduğu, verilen kararın tespit hükmü içerdiği ve kararın icra edilebilir olmadığından bahisle tenfiz talebi reddedilmiştir (Av. Rıza Gümbüşoğlu - Av. Melis Sılacı - Av. Ezgi Kut: İtirazın İptali Kararlarının Tenfiz Kabiliyeti Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 2016, cilt 42, sayı 1-2, s:271).

Yukarıdaki ayrıntılı açıklamalarla birlikte icra takibiyle itirazın iptali davası arasındaki organik bağ da dikkate alındığında; [itirazın iptali] dava[sını] karakterize eden öğeler, borçlunun, itirazının iptaline ve takibin devamına karar verilmesiyle icra inkâr tazminatına çarptırılmasıdır (İİK m 67). Bu boyutları itibariyle sözü edilen dava, takip prosedürünün bütünü içinde yer alan, esas itibariyle onun ayrılmaz bir parçasını oluşturan ve takibin işleyişini sağlamaya yönelmiş bulunan bir dava konumunda bulunduğu için, dava şartı arabuluculuk kurumunun kapsamın dışında kalır. Hatta itirazın iptali davasının, hukuki niteliği itibariyle, sadece borçlunun, itirazının iptali ve takibin devamına karar verilmesiyle icra inkâr tazminatına çarptırılmasını hedefleyen bir tespit davası olduğu yönündeki düşünce kabul edilecek olursa, dava zaten bir alacak davası olma kimliğinden tümüyle soyutlanacağı için, yapılmış bulunan bu çözümlemeye, daha kolaylıkla ulaşılabilir (Prof. Dr. Süha Tanrıver; Dava Şartı Arabuluculuk Üzerine Bazı Düşünceler: TBB Dergisi 2020 [147] Mart-Nisan,Yıl:32, s:123); itirazın iptali davasının, hukuksal niteliği itibariyle müspet tespit davası olduğu; bu kapsamda, müspet tespit davasının dava şartı arabuluculuk kapsamına girmediği, değerlendirilmiştir (Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Olarak Arabuluculuk Hakkında Usûl Hukuku Bakımından Bazı Değerlendirme: Doç. Dr. Cenk Akil; TAAD, Yıl: 11, Sayı: 41 (Ocak 2020) s:322).

Tüm bu açıklamalara, 6100 sayılı HMK.'nın 355 ve 353/1-a-3 ve 4. Maddeleri uyarınca mahkemenin görevi ile diğer dava şartlarına ilişkin istinaf incelemesinin birlikte yapılmasına bir engel bulunmamasına göre; ilk derece mahkemesi kararının, yukarıda (A) bendinde açıklanan nedenlerle mahkemenin görevsiz olması, (B) bendinde açıklanan nedenlerle de eldeki davanın zorunlu arabuluculuk dava şartına tabi olmaması nedeni 6100 sayılı HMK.'nın 353/1-a-3 ve 4 bentleri gereğince kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.

[b]HÜKÜM: [/b]Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-       Davacının ilk derece mahkemesinin kararına ilişkin istinaf başvurularının 6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-3. ve 4. bentleri gereğince; yukarıda açılanan hususlara ilişkin olmak üzere ESASTAN KABULÜNE,

2-       6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-3. ve 4. bentleri gereğince; D. 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'nin 20/01/2020 tarih, 2019/520 Esas ve 2020/37 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3-       Dosyanın açıklanan eksikliklerin giderilmesi için 6100 sayılı HMK.'nun 353-(1)-a-)-6)-3) maddesi gereğince D. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne GÖNDERİLMESİNE,

4-       İstinaf Karar Harcının, talebi halinde ve ilk derece mahkemesince istinaf edene iadesine,

5-       İstinaf eden tarafından yapılan İstinaf başvuru giderlerinin, esas hükümle birlikte ilk derece mahkemesi tarafından değerlendirilmesine,

6-       Kararın, 6100 sayılı HMK'nun 359-(3) maddesi uyarınca; ilk derece mahkemesi tarafından taraflara tebliğine,

7-       İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,

8-       Davacının diğer istinaf nedenlerinin kararın kaldırılması nedenine göre bu aşamada incelenmesine yer olmadığına,

İlişkin; Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 362. maddesi uyarınca KESİN olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 17/06/2020

Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. HD. 17.06.2020 T. E: 808, K: 670

İstihkak Davasının Açılmış Olması Satış İstenmesine Engel Değildir

T.C.
YARGITAY
12.Hukuk Dairesi

Esas: 2000/18206
Karar: 2000/20102
Karar Tarihi: 18.12.2000


[b]ÖZET: Takibin durması hakkında merciice bir karar verilmediği sürece tek başına istihkak davasının açılmış olması alacaklının satış istemesine engel değildir. Bu husus istihak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi halinde mercii hakiminin bu bedelin akibeti hakkında karar vermesi gerektiğine ve istihkak davalarında İİK. nun 36. maddesinin uygulanacağına ilişkin yasal düzenlemelerden anlaşılmaktadır.[/b]

(2004 S. K. m. 36, 99, 366) (1086 S. K. m. 438)

Merci kararının bozulmasını mutazammın 21.9.2000 tarih ve 11821 -13196 sayılı idare ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 20.11.2000 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

İİK. nun 99. maddesi gereğince haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia eden üçüncü bir şahıs nezdinde bulunursa icra müdürü o şahıs aleyhine tetkik merciine müracaat için alacaklıya 7 gün mühlet verir. Takibin durması hakkında merciice bir karar verilmediği sürece tek başına istihkak davasının açılmış olması alacaklının satış istemesine engel değildir. Bu husus istihak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi halinde mercii hakiminin bu bedelin akibeti hakkında karar vermesi gerektiğine ve istihkak davalarında İİK. nun 36. maddesinin uygulanacağına ilişkin yasal düzenlemelerden anlaşılmaktadır. O halde istihkak davasının açılmış olması zamanaşımını kesmez. Mercii kararının açıklanan gerekçe nedeni ile onanması yerine bozulduğu görülmekle karar düzeltme isteminin kabulü cihetine gidilmiştir.

Borçlu vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 21.9.2000 tarih ve 1000/11821 -13196 sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve mercii kararının yakarıda açıklanan nedenlerle İİK. 366 ve HUMK. nun 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, 18.12.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.




T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2005/21-4
Karar: 2005/50
Karar Tarihi: 09.02.2005

ÖZET: İcra dosyasına göre mahsul satılarak paraya çevrilmiş, satış bedeli de alacaklıya ödenmiştir. Bu durumda davanın konusu satış bedeline dönüşmüştür. Öyleyse davanın satış bedeli üzerinden kabulü ile bu bedelin alacaklıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi gerekir.

(2004 S. K. m. 96, 97)

Dava: Taraflar arasındaki "istihkak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 3.İcra Hakimliği'nce davanın reddine dair verilen 9.4.2003 gün ve 2002/2183 Esas, 2003/1242 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 20.10.2003 gün ve 2003/5963-8174 sayılı ilamı ile,


(...Uyuşmazlık, 3.kişilerin İİK.'nun 96 ve onu izleyen maddelerine dayalı istihkak davasıdır.

Haciz, dava dışı O…. Ç…… isimli şahsın maliki olduğu tarlada ve bu şahsın huzuru ile gerçekleştirilmiştir. Davacı 3.kişiler haciz yapılan tarlayı mal sahibinden kiraladıklarını, haczedilen karpuz mahsulünü de kendilerinin yetiştirdiğini ileri sürmüşlerdir.

Dosyaya sunulan kira sözleşmesi, sözleşmeyi doğrulayan ve tamamlayan tanık anlatımları ile mahsulün davacılara ait olduğu anlaşıldığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi usul ve yasaya aykırıdır.

Ancak, icra dosyasına göre mahsul satılarak paraya çevrilmiş, satış bedeli de alacaklıya ödenmiştir. Bu durumda davanın konusu satış bedeline dönüşmüştür. (İİK. Md.97/10)


Öyleyse davanın satış bedeli üzerinden kabulü ile bu bedelin alacaklıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi gerekirken yanılgı ile yazılı şekilde karar verilmesi bozma nedenidir.

O halde davacı 3. kişilerin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacılar vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.


Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz ilam harcının geri verilmesine 9.2.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.



T.C. YARGITAY
21.Hukuk Dairesi

Esas: 1998/2644
Karar: 1998/2813
Karar Tarihi: 21.04.1998

ÖZET: İstihkak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi ve bunun da alacaklıya ödenmesi, ya da malın alacaklıya alacağına mahsuben satılması istihkak davasının sonuçlandırılmasına engel değildir.

(2004 S. K. m. 97)

Dava: Kararın temyizen tetkiki davalı (alacaklı) vekili tarafından duruşmalı olarak istenmiş, merciice, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tülay Çınkı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından, Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Karar : 1 - Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2 - İİK'nin 97/10 maddesi hükmüne göre, istihkak davası sonuçlanmadan mahcuz mal paraya çevrilirse, mercii hakimi satış bedelinin yargılamanın sonuna kadar alacaklıya ödenmemesi veya teminat karşılığı veya teminatsız olarak ödenmesi konusunda karar vermek zorundadır. Yasanın bu hükmünden, mercii hakiminin paranın ödenmiş veya ödenmemiş olmasına bakmaksızın, istihkak davasına devam ederek sonuçlandırması gerektiği anlamı çıkmaktadır. Yargıtayın yerleşmiş ve oturmuş içtihatları da bu yoldadır. Öyle ise istihkak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi ve bunun da alacaklıya ödenmesi, ya da malın alacaklıya alacağına mahsuben satılması istihkak davasının sonuçlandırılmasına engel değildir. Somut olayda davacıya aidiyeti tespit olunan mahcuz menkuller açık artırma ile 1.857.572.000 TL'ye takip alacaklısına alacağına mahsuben satılmış olup, istihkak davası malın bedeline dönüştüğünden davaya devam olunarak, satılan mal bedelinin alacaklıdan geri alınmasına, fazla talebin reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek, menkullerin davacıya teslimine dair hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

3 - Öte yandan kabule göre de dava kısmen kabul edildiğine göre, yargılama giderlerine ve bu arada avukatlık ücretine tarafların haklılığı oranında (HUMK 417. maddesine) hükmedilmesi gerekirken, bu hususun gözardı edilmesi de doğru görülmemiştir.

O halde davalı (alacaklının) bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.4.1998 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 13-07-2020, Saat: 16:23
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12.Hukuk Dairesi

Esas: 2000/18206
Karar: 2000/20102
Karar Tarihi: 18.12.2000


[b]ÖZET: Takibin durması hakkında merciice bir karar verilmediği sürece tek başına istihkak davasının açılmış olması alacaklının satış istemesine engel değildir. Bu husus istihak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi halinde mercii hakiminin bu bedelin akibeti hakkında karar vermesi gerektiğine ve istihkak davalarında İİK. nun 36. maddesinin uygulanacağına ilişkin yasal düzenlemelerden anlaşılmaktadır.[/b]

(2004 S. K. m. 36, 99, 366) (1086 S. K. m. 438)

Merci kararının bozulmasını mutazammın 21.9.2000 tarih ve 11821 -13196 sayılı idare ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 20.11.2000 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

İİK. nun 99. maddesi gereğince haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia eden üçüncü bir şahıs nezdinde bulunursa icra müdürü o şahıs aleyhine tetkik merciine müracaat için alacaklıya 7 gün mühlet verir. Takibin durması hakkında merciice bir karar verilmediği sürece tek başına istihkak davasının açılmış olması alacaklının satış istemesine engel değildir. Bu husus istihak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi halinde mercii hakiminin bu bedelin akibeti hakkında karar vermesi gerektiğine ve istihkak davalarında İİK. nun 36. maddesinin uygulanacağına ilişkin yasal düzenlemelerden anlaşılmaktadır. O halde istihkak davasının açılmış olması zamanaşımını kesmez. Mercii kararının açıklanan gerekçe nedeni ile onanması yerine bozulduğu görülmekle karar düzeltme isteminin kabulü cihetine gidilmiştir.

Borçlu vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 21.9.2000 tarih ve 1000/11821 -13196 sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve mercii kararının yakarıda açıklanan nedenlerle İİK. 366 ve HUMK. nun 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, 18.12.2000 gününde oybirliği ile karar verildi.




T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2005/21-4
Karar: 2005/50
Karar Tarihi: 09.02.2005

ÖZET: İcra dosyasına göre mahsul satılarak paraya çevrilmiş, satış bedeli de alacaklıya ödenmiştir. Bu durumda davanın konusu satış bedeline dönüşmüştür. Öyleyse davanın satış bedeli üzerinden kabulü ile bu bedelin alacaklıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi gerekir.

(2004 S. K. m. 96, 97)

Dava: Taraflar arasındaki "istihkak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 3.İcra Hakimliği'nce davanın reddine dair verilen 9.4.2003 gün ve 2002/2183 Esas, 2003/1242 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 20.10.2003 gün ve 2003/5963-8174 sayılı ilamı ile,


(...Uyuşmazlık, 3.kişilerin İİK.'nun 96 ve onu izleyen maddelerine dayalı istihkak davasıdır.

Haciz, dava dışı O…. Ç…… isimli şahsın maliki olduğu tarlada ve bu şahsın huzuru ile gerçekleştirilmiştir. Davacı 3.kişiler haciz yapılan tarlayı mal sahibinden kiraladıklarını, haczedilen karpuz mahsulünü de kendilerinin yetiştirdiğini ileri sürmüşlerdir.

Dosyaya sunulan kira sözleşmesi, sözleşmeyi doğrulayan ve tamamlayan tanık anlatımları ile mahsulün davacılara ait olduğu anlaşıldığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi usul ve yasaya aykırıdır.

Ancak, icra dosyasına göre mahsul satılarak paraya çevrilmiş, satış bedeli de alacaklıya ödenmiştir. Bu durumda davanın konusu satış bedeline dönüşmüştür. (İİK. Md.97/10)


Öyleyse davanın satış bedeli üzerinden kabulü ile bu bedelin alacaklıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi gerekirken yanılgı ile yazılı şekilde karar verilmesi bozma nedenidir.

O halde davacı 3. kişilerin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacılar vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.


Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz ilam harcının geri verilmesine 9.2.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.



T.C. YARGITAY
21.Hukuk Dairesi

Esas: 1998/2644
Karar: 1998/2813
Karar Tarihi: 21.04.1998

ÖZET: İstihkak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi ve bunun da alacaklıya ödenmesi, ya da malın alacaklıya alacağına mahsuben satılması istihkak davasının sonuçlandırılmasına engel değildir.

(2004 S. K. m. 97)

Dava: Kararın temyizen tetkiki davalı (alacaklı) vekili tarafından duruşmalı olarak istenmiş, merciice, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tülay Çınkı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından, Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Karar : 1 - Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2 - İİK'nin 97/10 maddesi hükmüne göre, istihkak davası sonuçlanmadan mahcuz mal paraya çevrilirse, mercii hakimi satış bedelinin yargılamanın sonuna kadar alacaklıya ödenmemesi veya teminat karşılığı veya teminatsız olarak ödenmesi konusunda karar vermek zorundadır. Yasanın bu hükmünden, mercii hakiminin paranın ödenmiş veya ödenmemiş olmasına bakmaksızın, istihkak davasına devam ederek sonuçlandırması gerektiği anlamı çıkmaktadır. Yargıtayın yerleşmiş ve oturmuş içtihatları da bu yoldadır. Öyle ise istihkak davası sonuçlanmadan mahcuz malın paraya çevrilmesi ve bunun da alacaklıya ödenmesi, ya da malın alacaklıya alacağına mahsuben satılması istihkak davasının sonuçlandırılmasına engel değildir. Somut olayda davacıya aidiyeti tespit olunan mahcuz menkuller açık artırma ile 1.857.572.000 TL'ye takip alacaklısına alacağına mahsuben satılmış olup, istihkak davası malın bedeline dönüştüğünden davaya devam olunarak, satılan mal bedelinin alacaklıdan geri alınmasına, fazla talebin reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek, menkullerin davacıya teslimine dair hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

3 - Öte yandan kabule göre de dava kısmen kabul edildiğine göre, yargılama giderlerine ve bu arada avukatlık ücretine tarafların haklılığı oranında (HUMK 417. maddesine) hükmedilmesi gerekirken, bu hususun gözardı edilmesi de doğru görülmemiştir.

O halde davalı (alacaklının) bu yönü amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.4.1998 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İcra Müdürünün Haciz Talebini Reddetme Yetkisi Hakkında

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/12-347
K. 2019/837
T. 2.7.2019
* İCRA MEMUR MUAMELESİNİN ŞİKÂYET YOLUYLA İPTALİ İSTEMİ ( Haciz Yapılmasına İlişkin Alacaklı Vekilinin İsteminin Yerine Getirilmesi Konusunda İcra Memurunun Bir Takdir Yetkisinin Bulunmadığı/İcra Memurunun Takdir Yetkisi 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup İcra Memurunun Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisi Olmadığı - İcra Memurluğunca Haciz İşlemi Yapılarak Üçüncü Kişinin İstihkak İddiası Tutanağa Geçirilip 2004 S.K. Md. 97 ve 99. Maddeleri Uyarınca İstihkak Prosedürünü İşletmek Gerekirken Alacaklının Şikayetinin Reddine Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu )
* İCRA MEMURUNUN TAKDİR YETKİSİ ( 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisinin Olmadığı/Alacaklının Şikayetinin Kabulü Gerektiğine Dair Özel Daire Bozma Kararına Uyulması Gerekirken Önceki Kararda Direnilmesinin İsabetsiz Olduğu )
* ALACAKLININ HACİZ TALEBİNİN YERİNE GETİRİLMEMESİ ( İcra Memurunun Takdir Yetkisi 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup İcra Memurunun Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisinin Olmadığı )
2004/m.79/1,82,85/1,97,99
ÖZET : Dava, icra memur muamelesinin şikâyet yoluyla iptaline ilişkindir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79. maddesinin 1. fıkrası ve 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra memurunun haciz mahallinin borçluyla ilgisinin olmadığı gerekçesiyle, alacaklının haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisinin olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alacaklının şikâyetinin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Haciz yapılmasına ilişkin alacaklı vekilinin isteminin yerine getirilmesi konusunda icra memurunun bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İcra memurunun takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında, haczi istenen menkullerin üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. İcra memurunun yetkisini aşarak haciz işlemi yapmaması bir hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması niteliğinde olup süresiz şikâyete tabidir. İcra memurluğunca yapılması gereken iş haciz işlemi yaparak, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nın 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Zira malın mülkiyetinin borçluya veya üçüncü kişiye ait olduğunun tespiti yargılama gerektirir. Somut olaydaki gibi menkuller mülkiyet iddia eden üçüncü kişi nezdinde haczedildiğinde İİK'nın 99. maddesi uyarınca alacaklıya istihkak davası açması için süre verilmesi gerekir. İstihkak davası açılması durumunda ispat yükü de alacaklı üzerinde olur. Ayrıca üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde muhafaza işlemi de yapılamaz. Görüldüğü üzere anılan bu hükümlerle icra takibi sırasında üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve koruma imkânı tanınmakta ve menfaatleri gözetilmektedir.
Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen, alacaklının şikayetinin kabulü gerektiğine dair Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “icra memur muamelesini şikâyet” talebinden dolayı yapılan inceleme sonunda İstanbul 9. İcra (Hukuk) Mahkemesince şikâyetin reddine dair verilen 31.12.2014 tarihli ve 2014/1606 E., 2014/1516 K. sayılı karar, alacaklı (davacı) vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 02.07.2015 tarihli ve 2015/8469 E., 2015/18913 K. sayılı kararı ile;
"... Alacaklı tarafından borçlu hakkında genel haciz yoluyla icra takibine girişildiği, alacaklının gösterdiği adreste haciz işlemi yapılmak istendiğinde icra müdürlüğünce adreste üçüncü kişinin olduğu ve iş yerinin kendisine ait olduğu yönündeki üçüncü kişinin beyanları haciz tutanağına geçirilmek suretiyle haciz işleminin gerçekleştirilmediği ve alacaklı vekilinin icra müdürlüğü işleminin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.
2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79/1. maddesi gereğince, icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç 3 gün içinde haczi yapması gerekir. Yine aynı Kanun'un 85/1. maddesi gereğince, icra müdürlüğünce, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta bulunan menkul malları ile gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana para, faiz ve masraflar da dahil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı, haczedilecektir (HGK'nun 10/06/2009 tarih, 12-213/244 Sayılı kararı).
Buna göre kural olarak icra müdürünün haciz talebini yerine getirme konusunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmadığının kabulü gerekir. Ancak kural bu olmakla birlikte, İİK'nun 82. maddesine 02/07/2012 tarih ve 6352 Sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen son fıkra da yer alan “İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir” düzenlemesi karşısında, icra memurunun haczi talep edilen malın bu madde uyarınca haczinin kabil olup olmadığını değerlendirerek, bu doğrultuda haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisi vardır.
Görüldüğü gibi burada tanınan takdir yetkisi, İİK'nun 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra müdürünün bunun dışında, haczi istenen taşınırın üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. Böyle bir durumda yapılması gereken iş, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nun 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir.
O halde mahkemece alacaklının şikayetinin kabulü gerekirken yazılı gerekçe ile reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir ..."
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : İstem, icra memur muamelesinin şikâyet yoluyla iptaline ilişkindir.
Şikâyetçi alacaklı vekili; İstanbul 32. İcra Dairesinin 2013/6748 E. sayılı dosyasında borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş. aleyhine başlatılan icra takibinde 17.12.2014 tarihinde borçlunun "Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:55 Tepebaşı Beyoğlu/İstanbul" adresine haciz işlemi için gidildiğini, adreste hazır bulunan (üçüncü kişi) şirket yetkilisinin mevcut işletmenin borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş.'den 04.01.2013 tarihinde devralındığını beyan ettiği, otelin mutfak ekipmanlarının tamamının müvekkili şirket tarafından kurulmuş olmasına ve borçluya aynı adreste ödeme emri tebliğ edilmiş olmasına rağmen icra memuru tarafından "ibraz edilen belgelere göre mahallin borçlu ile ilgisinin olmadığı anlaşılmakla işlem yapılmamıştır" şeklinde zabıt tutulduğunu ve haciz talebinin reddedildiğini, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 202. maddesi gereği işletmeyi devralanın, devredenin borçlarından sorumlu olduğunu ve ayrıca icra memurunun istihkak hususunu düzenleyen İİK'nın 96, 97 ve 99. maddelerine göre istihkaklı olarak haciz işlemi yapması ve istihkak iddiasının haklı ya da haksız olması hususunu İcra Hukuk Mahkemesine bırakması gerektiğini ileri sürerek icra memurunun haciz talebinin reddine dair işleminin kaldırılmasını talep etmiştir.
Yerel Mahkemece; şikâyete konu menkul malların haczine ilişkin prosedürün İİK'nın 78 ve devamı maddelerine göre sürdürüldüğü, İİK'nın 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince menkullerin haczedilebilmesi için ya borçlunun kendi yedinde veyahut üçüncü şahıs nezdinde bulunmasının zorunlu olduğu, bu iki koşul tahakkuk etmeden borçluya ait olduğundan bahisle menkul haczinin gerçekleştirilemeyeceği, malın borçluya ait olması hâlinde icra müdürünün İİK'nın 85. maddesinin 1. fıkrası gereği borcu karşılayacak şekilde ve silsileyi izleyerek haciz gerçekleştirebileceği, malın borçluya ait olmaması hâlinde ise icra müdürlüğünün mülkiyet hakkını ağır bir şekilde çiğneyerek olur olmaz ve hukuka aykırı hacizler yaparak bireyi gereksiz yere mahkemelere başvurarak hak aramak zorunda bırakmasının mümkün olmadığı, anılan Yasa'nın üçüncü kişilere istihkak sav ve dava hakkını bahşetmiş olmasının üçüncü kişilere ait olduğu sunulan bir çok kanıt veya argümanla sabit olan menkullerin talep gibi haczine olanak tanımadığı, istihkak iddiası ve haciz talebi arasındaki dengenin veya yarışın sunulan belgeler üzerinden icra müdürlüğü tarafından sağlıklı ve sabırlı bir şekilde yönetilmesinin zorunlu olduğu, haciz tutanağı ile de sabit olduğu üzere üçüncü kişinin sunmuş olduğu bilgi ve belgelerin dikkate alınıp değerlendirilmek suretiyle alacaklının haciz talebini reddeden memurluk işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine evrak üzerinden karar verilmiştir.
Alacaklı vekilinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; icra memurunun İİK'nın 78. maddesi uyarınca kendisine gelen haciz taleplerini kabul edilebilirlik testine tabi tutmasının haczedilmezlik hükümlerinin dikkate alınıp değerlendirilmesi açısından önemli olduğu, icra memurunun her talebi hükme çevirmesi hâlinde İİK'nın 78. maddesi ve ondan sonra gelen ilişilmez kılınan tüm alacak hak ve taleplerin ilişilir kılınmasına sebep olacağı ve ondan sonra gelen hükümleri işlemez hâle getireceği, İİK'nın 79. maddesinin gelen her talebi otomatik olarak hacze dönüştürülmesini düşünmediği ve talebin doğruluk, gerçeklik ve tipikliği sınanmadan doğrudan uygulanmasına izin vermediği, haciz isteğinin kabul edilebilir olmasının onun yasal ve meşru istem olmasına bağlı olduğu, istemin meşruluğunun diğer cephesinin isteğin iyi niyet kuralları ile uyumluluğuna tekabül ettiği, iyi niyetin gerek yatay gerekse dikey ilişkilerde hak ve yetkilerin kullanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde dürüst olmayı gerektirdiği (TMK'nın 2. maddesi ve HMK'nın 29. maddesi), dolayısıyla haczedilmesi mümkün olmayan bir malın haczinde ısrarın yatay ve dikey iyi niyet kurallarını zorlamak anlamına geldiği, somut olayda icra müdürünün olay mahallinde yapmış olduğu test sonucu malların borçluya ait olmadığı konusunda kanaate vardığı, icra müdürlüğünün bir haciz talebini herhangi bir teste tabi tutmadan uygulaması hâlinde ortaya hukukun istemediği sonuçların çıkacağı, haciz talebinin yerine getirilmesiyle dava konusu hakla ilgisi olmayan bir kimsenin anayasanın ve yasaların koruması altındaki mülkiyet hakkının bir taleple ortadan kaldırılmış yada sınırlanmış hâle geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı alacaklı vekili tarafından temyize getirilmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79. maddesinin 1. fıkrası ve 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra memurunun haciz mahallinin borçluyla ilgisinin olmadığı gerekçesiyle, alacaklının haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisinin olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alacaklının şikâyetinin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası temel hak ve özgürlükleri düzenlemiş ve korumuştur. İcra hukukunun kendine özgü ilkelerinin temel haklarla bağlantısı vardır. Cebri icra hukuku devletin zor kullanma yetkisinin bulunduğu bir alan olup, kişilerin malvarlığı ve kişilik haklarını doğrudan ilgilendirmektedir. İcra hukuku alacaklının hak arama özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel hakları ile borçlunun kişilik ve malvarlığı değerlerinin çatıştığı bir alandır. Bu alanda alacaklı, borçlu ve bazen de üçüncü kişiler arası menfaat dengesinin gözetilmesi gerekir. Borçlunun uğrayacağı zarar ile alacaklıya sağlanacak yarar arasındaki fark ölçülü olmalıdır. Cebri icra kişilerin gerek kişilik gerekse malvarlığı haklarına doğrudan müdahaleyi gerektirdiği için belirli ve kesin olmalı, sınırları baştan belirlenebilmelidir. İcra hukukunda mülkiyet hakkı temel bir hak olarak alacaklı, borçlu ve üçüncü kişiler bakımından korunmaktadır. Alacaklı mülkiyet hakkına kavuşmalı, borçlu takip konusu borç dışında malvarlığına karşı haksız müdahalelere karşı korunmalı, üçüncü kişiler de malvarlıklarına yapılan haksız müdahaleleri ortadan kaldırma imkânına sahip olmalıdır. Örneğin borçluya ait olduğu sanılarak üçüncü kişilerin mallarına haciz konulması hâlinde üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve korunmasına imkân sağlamak amacıyla istihkak prosedürü öngörülmüştür (İcra ve İflas Kanunu'nun 96 vd.). Nitekim İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nun 82. maddesiyle borçlunun malvarlığının sınırsız şekilde haczedilerek satılması önlenmiştir.
Borçların zorla yerine getirilmesini sağlayan, bu çerçevede zor kullanma yetkisi de olan ve yetkileri kanunla belirlenen icra dairelerinin sorumlu amiri durumundaki icra müdürleri, icra işlerinde birinci derecede görevlidir ve yaptıkları işlemlerin bazılarında hiçbir takdir yetkisi yokken, bazı işlemlerinde ise takdir yetkisi tanınmıştır. Takdir yetkisi tanınan hâllerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatini en iyi şekilde gözetmek zorundadır. Ayrıca kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin kendisine verdiği görevleri yapıp yapmama konusunda serbestiye sahip olmayıp; kendisine yapılan her talep hakkında olumlu veya olumsuz bir işlemde bulunmak, karar vermek zorundadır. İcra hukukunun ilk uygulandığı yer icra daireleridir.
İcra daireleri icra hâkimliklerinin daimi gözetimi ve denetimi altında olup, işlemlerine karşı icra mahkemelerine şikâyet yoluna başvurulur. Şikâyet, icra dairelerinin icra hukukuna aykırı olan ve hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali ve düzeltilmesini veya yerine getirilmeyen ya da sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesini sağlamak için kabul edilmiş bir kanun yoludur. Müdürlük kararlarının değiştirilmesi ya da iptali şikâyet yoluyla icra mahkemesinin kararıyla olanaklı kılınmıştır. İİK'nın 5. maddesi uyarınca icra memurlarının görevleri sırasında ve görevleri nedeniyle kusurlarından doğan tazminat davaları idare aleyhine açılır. Devlet zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu edebilir.
Uyuşmazlığın çözümünde haciz işleminin açıklanması gerekmektedir.
Haciz cebri icra organı tarafından yapılan devlete ilişkin bir hakimiyet tasarrufu olup, icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda istemde bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra memuru tarafından hukuken el konulmasıdır. Haczin amacı borçlunun mallarının paraya çevrilerek alacaklının tatminidir. Bunun dışında hacizli malların alacaklıya devri mümkün değildir. Borçlunun parasal bir değer taşıyan İİK'nın 82 ve diğer özel yasalarda haczedilemeyeceği düzenlenmemiş olan mal ve hakları borcundan dolayı kısmen veya tamamen haczedilebilir. İİK'nın 82. maddesine 02.07.2012 tarihli ve 6352 Sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen son fıkra "icra memuru haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir" şeklinde olup, icra memuruna haciz talep edilen malın bu madde uyarınca haczinin kabil olup olmadığını değerlendirerek, haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisi verilmiştir. İcra memurlarına tanınan takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczinin kabil olup olmadığıyla sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında haczedilmesi talep edilen malın üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi bulunmamaktadır.
İİK'nın 79. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç 3 gün içinde haczi yapması gerekir. Yine aynı Kanun'un 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince, icra dairesince, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta bulunan menkul malları ile gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana para, faiz ve masraflar da dâhil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı haczedilecektir. İİK'nın 85. maddesinin 2. fıkrası borçluya ait olup da üçüncü kişi elinde olan malların da haczedilebileceğini öngörmektedir. Zira borçlu haczedilebilir tüm malvarlığı ile alacaklıya karşı sorumludur. İcra memuru üçüncü kişi elinde bulunan bir malı, borçlunun üçüncü kişide malı olduğunu bildirmesi veya alacaklının bu yönde bir beyanda bulunması hâlinde haczeder. Malın sadece üçüncü kişi elinde bulunması onun haczine engel olmayacağı gibi, borçlunun elinde haczedilmesi de hak sahibi üçüncü kişilerin istihkak iddia etmelerine engel değildir. Üçüncü kişinin haczedilen mal üzerinde mülkiyet veya ayni hak sahibi olduğunu ileri sürmesine istihkak iddiası denir.
İİK'nın 85. maddesinin 2. fıkrası " Borçlu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahıslar, taşınır mal üzerinde üçüncü bir şahsın mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakkının bulunması veya taşınır malın üçüncü şahıs tarafından haczedilmiş olması hâlinde bu hususu haciz yapan memura beyan etmek ve beyanının haciz tutanağına geçirilmesini talep etmek, haczi yapan memur da borçluyu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları bu beyana davet etmek zorundadır..." şeklinde düzenlemiştir. Haciz tutanağı ise İİK'nın 102. maddesine göre tanzim edilir.
İİK'nın 79. maddesi kesin bir ifadeyle icra dairesinin haczi yapacağından, 85. madde; maddede belirtilen yasal koşullar altında alacaklı ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğunca telif edilerek borçlunun mal ve haklarının haczolunacağından söz etmektedir. 85. madde sadece, “alacaklara yetecek miktarın” saptanması konusunda icra müdürüne bir takdir hakkı tanımaktadır. İİK'nın 79 ve 85. maddesinin 2. fıkrası icra memurunun haciz istenen malın üçüncü kişiye ait olduğuna ilişkin iddia üzerine haciz yapmaktan kaçınamayacağını öngörmektedir. İcra memurunun haciz yapıp yapmama konusunda takdir yetkisi yoktur (Kuru, B.:İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2013, s. 420).
Haciz sırasında İcra ve İflas Kanunu icra memuruna maddi hukuk kurallarına göre üçüncü kişinin mülkiyet iddiasının doğru olup olmadığını araştırma ve inceleme yetkisi vermemiştir. Üçüncü kişi tarafından istihkak iddiasında bulunulması hâlinde icra memurluğunca yapılması gereken istihkak iddiasını tutanağa geçirip malın borçlu elinde mi yoksa üçüncü kişi elinde mi haczedildiği tespit edilerek, İİK'nın 97. ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Çünkü istihkak iddiasına konu malın kime ait olduğunu inceleme ve karar verme yetkisi ve görevi icra mahkemesine verilmiştir.
İstihkak davası, istihkak iddia edilen malların hacizden kurtulması için başvurulan bir davadır. Devletin cebri icra organları tarafından haklarına müdahale edildiğini düşünen üçüncü kişiler tarafından açılan istihkak davasının amacı başkasının borcu için mallarının haczedildiğini ileri süren üçüncü kişilerin söz konusu malları hacizden kurtarmaktır. İİK'nın 96, 97 ve 99. maddelerine göre istihkak iddiası ve bunu takip eden istihkak davası haczedilen malın borçlunun ya da üçüncü kişinin elinde bulunması ihtimaline göre farklı usullere tabi tutulmuştur. Haczedilen menkuller eğer borçlunun elinde kabul edilir ve üçüncü kişi istihkak iddiasında bulunur da alacaklı veya borçlu buna itiraz ederse, dosya İİK'nın 97. maddesi uyarınca istihkak iddiası ile ilgili olarak karar verilmek üzere icra mahkemesine gönderilir. Üçüncü kişinin elinde olursa, icra müdürlüğü istihkak iddiası üzerine alacaklıya istihkak davası açması için İİK'nın 99. maddesi uyarınca süre verir.
İİK'nın 79, 85/2, 96, 99 ve 102. maddeleri aslında üçüncü kişiye ait malın borçluya ait sanılarak haczedilebileceğini varsaymakta, bu nedenle üçüncü kişilere istihkak iddiasında bulunma hakkı tanımaktadır.
Borçlu hakkında yapılan icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bu yüzden doğacak gerçek zararının ödetilmesi, İİK'nın 97. maddesinde öngörülen ve sınırlı kalan hükmü dışında genel hükümlere göre genel mahkemelerde açılabileceği ayrı bir dava ile isteyebileceğine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunca karar verilmiştir (İBK 24.05.1974 tarihli, R.G.: 27.06.1974 tarihli ve 14928 sayılı). İcra müdürü, alacaklının borçluya ait olduğu iddiası ile haciz istemesine rağmen üçüncü kişinin istihkak iddiasında bulunması nedeniyle hacizden vazgeçemez. Aksi hâlde alacaklının şikâyeti kabul edilse dahi haciz konusu malın haciz mahallinden kaçırılması hâlinde o mal üzerine haciz koyma imkânı kalmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, alacaklı tarafından borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş. aleyhine başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız icra takibinde borçlunun takip talebindeki adresi olan "Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:55 Tepebaşı Beyoğlu/İstanbul adresine 06.03.2013 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği, borçlunun vekili aracılığıyla yasal süresinde borca, faize ve tüm ferilere itiraz ettiği, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 27.10.2014 tarihli ve 2014/425 E., 2014/341 K. sayılı kararıyla itirazın iptali ile takibin devamına karar verildiği, alacaklı vekilinin talebiyle borçlunun ödeme emri tebliğ edilen adresine gidildiği, 17.12.2014 tarihli haciz tutanağına göre adreste hazır olan M. Yüksel isimli kişinin haciz işlemi yapılan adresin Semerkand Yapı A.Ş.'ne ait olduğunu ve kendisinin mali müşavir olduğunu beyan ederek vergi levhası ve ticaret sicil gazetesi sunduğu, alacaklı vekilinin haciz ve muhafaza talep ettiği, icra memurunun ibraz edilen belgelere göre haciz mahallinin borçlu ile ilgisinin olmadığı gerekçesiyle haciz işlemi yapmadığı görülmektedir.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler uyarınca somut olayda haciz yapılmasına ilişkin alacaklı vekilinin isteminin yerine getirilmesi konusunda icra memurunun bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İcra memurunun takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında, haczi istenen menkullerin üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. İcra memurunun yetkisini aşarak haciz işlemi yapmaması bir hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması niteliğinde olup süresiz şikâyete tabidir. İcra memurluğunca yapılması gereken iş haciz işlemi yaparak, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nın 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Zira malın mülkiyetinin borçluya veya üçüncü kişiye ait olduğunun tespiti yargılama gerektirir. Somut olaydaki gibi menkuller mülkiyet iddia eden üçüncü kişi nezdinde haczedildiğinde İİK'nın 99. maddesi uyarınca alacaklıya istihkak davası açması için süre verilmesi gerekir. İstihkak davası açılması durumunda ispat yükü de alacaklı üzerinde olur. Ayrıca üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde muhafaza işlemi de yapılamaz. Görüldüğü üzere anılan bu hükümlerle icra takibi sırasında üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve koruma imkânı tanınmakta ve menfaatleri gözetilmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, alacaklının beyanından başka borçlu ile ilgisi tespit edilemeyen malların haczinin Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle direme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Şikâyetçi alacaklı (davacı) vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'na 5311 Sayılı Kanun'un 29. maddesiyle eklenen geçici 7. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken İİK'nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.07.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre; üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedildiğinde, üçüncü şahsın kabulü hâlinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır. Mallar satış mahalline getirilmediği takdirde muhafaza altına alınabilir veya yediemin değişikliği yapılabilir (İİK 88/2-cümle 2).
Haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi nezdinde bulunursa, bu kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde bu mal muhafaza altına alınmaz. İcra müdürü, üçüncü kişi aleyhine icra mahkemesinde istihkak davası açması için alacaklıya yedi gün süre verir. Bu süre içinde icra mahkemesine istihkak davası açılmaz ise üçüncü kişinin iddiası kabul edilmiş sayılır. Alacaklı tarafından süresinde açılan dava sonuçlanıncaya kadar, haczedilen malın satışı yapılamaz. Haczin, üçüncü kişinin yokluğunda yapılması ve üçüncü kişi lehine istihkak iddiasında bulunulması hâlinde de bu fıkra hükmü uygulanır (İİK 99/1).
Bu hükümler alacaklı tarafından borçluya ait olduğu iddia edilen ve üçüncü kişi elinde bulunan malların hacziyle ilgili olup, alacaklının borçluya ait olduğunu iddia ettiği üçüncü kişi elindeki taşınır malların haczedilmesini mümkün kılmaktadır. 99. maddede istihkak davası açma yükümlülüğü alacaklı tarafa yüklenmiş ve mallar üçüncü kişiye yediemin olarak bırakılmakta ise de haciz işlemi tasarruf yetkisini yine de sınırlamaktadır. İstihkak davası sonuçlanıncaya kadar bu malları elden çıkaramayacak, satıp paraya çeviremeyecek, ticari işletmesindeki alışverişinin bir parçası olarak kullanamayacaktır. Bu ise mülkiyet hakkının sınırlanması anlamına gelecektir.
Bu sınırlayıcı etki, üçüncü kişi elindeki malların alacaklı tarafından haczinin istenmesi hâlinde icra memurunun haciz yapmak zorunda olup olmadığı, bu konuda tamamen alacaklı beyanıyla bağlı mı olduğu yoksa malın gerçekten borçluya ait olduğu konusunda emare olup olmadığını da incelemek suretiyle haczi yapma veya yapmama konusunda bir takdir yetkisine sahip olup olmadığı konusunun değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu konuda İİK'da açık bir hüküm yok ise de 85/1. maddedeki düzenleme açıkça borçlunun mallarının haczedilmesini düzenlediğinden haczi istenen malların borçlunun olduğu konusunda hiç bir emare bulunmayan hallerde icra memurunun haciz talebini reddetme yetkisi bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Maddenin Anayasal ilkeler ışığında yorumu da bu sonucu gerektirir. Anayasa Mahkemesi'nin 05.01.2017 tarihli 2017/137 Esas, 2017/161 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; "Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir."
Hukuki güvenlik ilkesi, hukuk devletinin en temel unsurlarından birisidir. Bu ilke anayasayla teminat altına alınan yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, çalışma hakkı, konut dokunulmazlığı gibi her türlü hakkının da korunmasını gerektirir.
Anayasa'nın 35. maddesinde, temel bir insan hakkı olarak düzenlenen mülkiyet hakkı, herkese karşı ileri sürülebilen ayni bir hak olup, kişilerin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Anayasa ile korunan eşya üzerindeki hâkimiyet, devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan olduğu kadar, devletin korunması için gerekli tedbirleri almakla da görevli olduğu bir alandır.
Mülkiyet hakkı Anayasanın 13. maddesi gereğince kamu yararı amacı ile sınırlanabilir ise de sınırlandırmaların ölçülü ve orantılı olması, kamu yararı ile mülkiyet hakkı arasında makul bir denge taşıması gerekir. Kanunları uygulamakla yükümlü olanlar kanunları yorumlayıp uygularken kanunların kendi içinde bu dengeyi taşıyan hükümler içereceğini ve bu kapsamda yorumlanıp uygulanması gerektiğini de gözetmelidir.
Alacaklı ve borçlunun hak ve menfaatlerinin belli bir denge içinde korunmasının icra hukukunun temel prensiplerinden olmasının asıl nedeni de budur. Bu ilkenin sonucu olarak, Devletin cebri icra gücünü kullanmakla görevli organı olan icra müdürlüğü, bu gücü kullanırken borçlunun haklarının yanında üçüncü kişinin haklarını da hukuka aykırı müdahalelere karşı korumakla yükümlüdür.
Bu açıklamalarla birlikte değerlendirdiğimizde alacaklı; üçüncü kişi elindeki malların borçluya ait olduğunu belirterek haczedilmesini istemiş ise icra memurunun tamamen alacaklı talebiyle bağlı olduğu ve haciz yapmak zorunda olduğunun kabul edilmesi halinde malı elinde bulunduran üçüncü kişinin mülkiyet hakkının haksız haciz suretiyle müdahalelere karşı korunabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu hakların korunabilmesi ve mülkiyet hakkının sınırlanması konusunda denge kurulabilmesi için bu malların borçluya ait olduğu ve haczedilebileceği konusunda hiç bir emare yok ise icra müdürünün haciz talebini reddetme yetkisi olduğu gibi, reddetmekle yükümlü olduğu da kabul edilmelidir.
Aksi takdirde malın borçluya ait olup olmadığı ve bu itibarla haczi gerekip gerekmediği tamamen alacaklının beyanı, iradesi, insaf ve insiyatifine bırakılmış olur. Bu ise icra hükümlerinin dengesiz, orantısız, haksız müdahalelere açık biçimde uygulanmasına neden olur ki, kişilerin gereksiz ve nedensiz yere huzurlu yaşama haklarına zarar verilebilmesi ve devlet organının buna seyirci kalmaktan da öte aracılık etmesi kabul edilemez.
İİK 82/son maddeye göre "icra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir." İİK 82. madde borçluya ait olan malların hangilerinin haczedilip hangilerinin haczedilemeyeceğiyle ilgili ise de icra memurunun takdir yetkisinin sınırlarını göstermesi bakımından önemlidir. Zira bu değişiklik gerekçesinde yer alan "ayrıca, icra memurunun mal ve hakların haczi konusunda değerlendirme ve takdir yetkisine sahip olduğu açıkça belirtilmek suretiyle uygulamada karşılaşılan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır" ifadesi, 82. madde kapsamını da aşar biçimde, İcra ve İflas Kanunu uygulamalarında icra memurunun takdir yetkisinin varlığını ve yasa koyucunun bu konudaki iradesinin ne olduğunu da ortaya koyan bir açıklama niteliğindedir.
Üçüncü kişi elindeki borçlu mallarının haczi konusunda haciz ve istihkak düzenlemeleri mevcut iken ayrıca 89. madde hükmüne yer verilmiş olması da İİK 88. madde bakımından icra memurunun takdir yetkisinin varlığının bir sonucu olduğu kabul edilmelidir. 89. maddede doğrudan başta haciz uygulanmamakta haciz ihbarnamesi çıkarılıp itiraz etme veya itiraz etmeme hâline göre farklı sonuçlar bağlanmaktadır. Malın borçluya ait olduğu konusunda elinde delil bulunmayan alacaklı haciz talebinin reddedilme ihtimali ya da haksız haciz konulmasına neden olmanın kendisine verebileceği zararlardan korunmak için doğrudan 88. maddeye dayanmak yerine 89. maddeye dayanarak mal gerçekten borçluya ait ise ortaya çıkmasını ve haczin gerçekleşebilmesini sağlayacak, sağlayamaz ancak sonradan malın borçluya ait olduğunun ortaya çıkması hâlinde yanlış cevap verilmesinden doğan zararını isteyebilecek durumda olacaktır. İşte haciz konusunda birden fazla hükme yer verilmesi dengeleme ihtiyacından doğduğu kadar 88. madde ile haczin mümkün olmama ihtimali hâlinde kullanılabilecek alternatif bir yoldur. Böylece üçüncü kişiye haklarını daha kolay kullanma imkânı sağlanmakta, itiraz edilmeyerek kullanılmaması veya kabullenilmesi hâlinde hacze imkân sağlanarak alacaklının hakkının da yerine getirilmesi fırsatı yaratılmaktadır. İşte icra memurunun borçluya ait olduğuna dair hiç bir emare bulunmadığı için üçüncü kişide bulunan malların haczi talebini reddetmesi hâlinde, alacaklının haciz talebi karşılanmamış olsa da, alacaklının hâlâ 89. madde kapsamında haciz konulmasını isteyebilme hakkı bulunmaktadır. Bu şekilde iki farklı yolun varlığı dengeleyici bir düzenleme olup icra memurunun 88. madde kapsamında takdir yetkisi bulunduğunu da ortaya koyan bir düzenlemedir.
Tüm bu nedenlerle icra memurunun takdir yetkisi İİK 82. madde kapsamında borçluya ait malların hangilerinin haczedilebileceği ile sınırlı bir yetki olmayıp haczi istenen malın borçluya ait olup olmadığını da değerlendirip takdir edebilmeyi da kapsayan bir yetkidir. Belirttiğimiz nedenlerle özel dairenin takdir yetkisini 82. madde kapsamıyla sınırlayan bozma gerekçesine katılamıyoruz.
Mahkemece icra memurunun alacaklı talebiyle bağlı olmayıp takdir yetkisi bulunduğu yönündeki direnme gerekçesi yerinde ise de somut olay bazında değerlendirildiğinde takdir yetkisinin yerinde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi bakımından varılan sonuç dosya kapsamına uymamıştır. Çünkü haczi istenen malların bulunduğu yer daha önce borçlu hakkında tebliğ yapılan adres olup borçlu şirketten devir alındığına dair beyanda bulunulduğu da tutanağa geçirilmiş olup bu hâliyle haczi talep edilen malların borçluya ait olma ihtimalini gösteren emare de mevcut olduğundan en azından 99. madde gereğince istihkak iddiası tutanağa geçirilmek suretiyle haciz yapılması koşulları mevcut olduğundan memur işleminin şikâyet yoluyla iptali koşulları bulunduğundan bozma kararı sonucu itibarıyla dosya kapsamına uygundur. Bu nedenle direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/12-347
K. 2019/837
T. 2.7.2019
* İCRA MEMUR MUAMELESİNİN ŞİKÂYET YOLUYLA İPTALİ İSTEMİ ( Haciz Yapılmasına İlişkin Alacaklı Vekilinin İsteminin Yerine Getirilmesi Konusunda İcra Memurunun Bir Takdir Yetkisinin Bulunmadığı/İcra Memurunun Takdir Yetkisi 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup İcra Memurunun Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisi Olmadığı - İcra Memurluğunca Haciz İşlemi Yapılarak Üçüncü Kişinin İstihkak İddiası Tutanağa Geçirilip 2004 S.K. Md. 97 ve 99. Maddeleri Uyarınca İstihkak Prosedürünü İşletmek Gerekirken Alacaklının Şikayetinin Reddine Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu )
* İCRA MEMURUNUN TAKDİR YETKİSİ ( 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisinin Olmadığı/Alacaklının Şikayetinin Kabulü Gerektiğine Dair Özel Daire Bozma Kararına Uyulması Gerekirken Önceki Kararda Direnilmesinin İsabetsiz Olduğu )
* ALACAKLININ HACİZ TALEBİNİN YERİNE GETİRİLMEMESİ ( İcra Memurunun Takdir Yetkisi 2004 S.K. Md. 82 Kapsamında Malın Haczi Kabil Olup Olmadığı İle Sınırlı Olup İcra Memurunun Bunun Dışında Haczi İstenen Menkullerin Üçüncü Kişiye Ait Olduğu Gerekçesiyle Haciz Talebini Reddetme Yetkisinin Olmadığı )
2004/m.79/1,82,85/1,97,99
ÖZET : Dava, icra memur muamelesinin şikâyet yoluyla iptaline ilişkindir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79. maddesinin 1. fıkrası ve 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra memurunun haciz mahallinin borçluyla ilgisinin olmadığı gerekçesiyle, alacaklının haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisinin olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alacaklının şikâyetinin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Haciz yapılmasına ilişkin alacaklı vekilinin isteminin yerine getirilmesi konusunda icra memurunun bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İcra memurunun takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında, haczi istenen menkullerin üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. İcra memurunun yetkisini aşarak haciz işlemi yapmaması bir hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması niteliğinde olup süresiz şikâyete tabidir. İcra memurluğunca yapılması gereken iş haciz işlemi yaparak, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nın 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Zira malın mülkiyetinin borçluya veya üçüncü kişiye ait olduğunun tespiti yargılama gerektirir. Somut olaydaki gibi menkuller mülkiyet iddia eden üçüncü kişi nezdinde haczedildiğinde İİK'nın 99. maddesi uyarınca alacaklıya istihkak davası açması için süre verilmesi gerekir. İstihkak davası açılması durumunda ispat yükü de alacaklı üzerinde olur. Ayrıca üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde muhafaza işlemi de yapılamaz. Görüldüğü üzere anılan bu hükümlerle icra takibi sırasında üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve koruma imkânı tanınmakta ve menfaatleri gözetilmektedir.
Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen, alacaklının şikayetinin kabulü gerektiğine dair Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “icra memur muamelesini şikâyet” talebinden dolayı yapılan inceleme sonunda İstanbul 9. İcra (Hukuk) Mahkemesince şikâyetin reddine dair verilen 31.12.2014 tarihli ve 2014/1606 E., 2014/1516 K. sayılı karar, alacaklı (davacı) vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 02.07.2015 tarihli ve 2015/8469 E., 2015/18913 K. sayılı kararı ile;
"... Alacaklı tarafından borçlu hakkında genel haciz yoluyla icra takibine girişildiği, alacaklının gösterdiği adreste haciz işlemi yapılmak istendiğinde icra müdürlüğünce adreste üçüncü kişinin olduğu ve iş yerinin kendisine ait olduğu yönündeki üçüncü kişinin beyanları haciz tutanağına geçirilmek suretiyle haciz işleminin gerçekleştirilmediği ve alacaklı vekilinin icra müdürlüğü işleminin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.
2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79/1. maddesi gereğince, icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç 3 gün içinde haczi yapması gerekir. Yine aynı Kanun'un 85/1. maddesi gereğince, icra müdürlüğünce, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta bulunan menkul malları ile gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana para, faiz ve masraflar da dahil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı, haczedilecektir (HGK'nun 10/06/2009 tarih, 12-213/244 Sayılı kararı).
Buna göre kural olarak icra müdürünün haciz talebini yerine getirme konusunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmadığının kabulü gerekir. Ancak kural bu olmakla birlikte, İİK'nun 82. maddesine 02/07/2012 tarih ve 6352 Sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen son fıkra da yer alan “İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir” düzenlemesi karşısında, icra memurunun haczi talep edilen malın bu madde uyarınca haczinin kabil olup olmadığını değerlendirerek, bu doğrultuda haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisi vardır.
Görüldüğü gibi burada tanınan takdir yetkisi, İİK'nun 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra müdürünün bunun dışında, haczi istenen taşınırın üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. Böyle bir durumda yapılması gereken iş, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nun 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir.
O halde mahkemece alacaklının şikayetinin kabulü gerekirken yazılı gerekçe ile reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir ..."
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : İstem, icra memur muamelesinin şikâyet yoluyla iptaline ilişkindir.
Şikâyetçi alacaklı vekili; İstanbul 32. İcra Dairesinin 2013/6748 E. sayılı dosyasında borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş. aleyhine başlatılan icra takibinde 17.12.2014 tarihinde borçlunun "Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:55 Tepebaşı Beyoğlu/İstanbul" adresine haciz işlemi için gidildiğini, adreste hazır bulunan (üçüncü kişi) şirket yetkilisinin mevcut işletmenin borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş.'den 04.01.2013 tarihinde devralındığını beyan ettiği, otelin mutfak ekipmanlarının tamamının müvekkili şirket tarafından kurulmuş olmasına ve borçluya aynı adreste ödeme emri tebliğ edilmiş olmasına rağmen icra memuru tarafından "ibraz edilen belgelere göre mahallin borçlu ile ilgisinin olmadığı anlaşılmakla işlem yapılmamıştır" şeklinde zabıt tutulduğunu ve haciz talebinin reddedildiğini, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 202. maddesi gereği işletmeyi devralanın, devredenin borçlarından sorumlu olduğunu ve ayrıca icra memurunun istihkak hususunu düzenleyen İİK'nın 96, 97 ve 99. maddelerine göre istihkaklı olarak haciz işlemi yapması ve istihkak iddiasının haklı ya da haksız olması hususunu İcra Hukuk Mahkemesine bırakması gerektiğini ileri sürerek icra memurunun haciz talebinin reddine dair işleminin kaldırılmasını talep etmiştir.
Yerel Mahkemece; şikâyete konu menkul malların haczine ilişkin prosedürün İİK'nın 78 ve devamı maddelerine göre sürdürüldüğü, İİK'nın 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince menkullerin haczedilebilmesi için ya borçlunun kendi yedinde veyahut üçüncü şahıs nezdinde bulunmasının zorunlu olduğu, bu iki koşul tahakkuk etmeden borçluya ait olduğundan bahisle menkul haczinin gerçekleştirilemeyeceği, malın borçluya ait olması hâlinde icra müdürünün İİK'nın 85. maddesinin 1. fıkrası gereği borcu karşılayacak şekilde ve silsileyi izleyerek haciz gerçekleştirebileceği, malın borçluya ait olmaması hâlinde ise icra müdürlüğünün mülkiyet hakkını ağır bir şekilde çiğneyerek olur olmaz ve hukuka aykırı hacizler yaparak bireyi gereksiz yere mahkemelere başvurarak hak aramak zorunda bırakmasının mümkün olmadığı, anılan Yasa'nın üçüncü kişilere istihkak sav ve dava hakkını bahşetmiş olmasının üçüncü kişilere ait olduğu sunulan bir çok kanıt veya argümanla sabit olan menkullerin talep gibi haczine olanak tanımadığı, istihkak iddiası ve haciz talebi arasındaki dengenin veya yarışın sunulan belgeler üzerinden icra müdürlüğü tarafından sağlıklı ve sabırlı bir şekilde yönetilmesinin zorunlu olduğu, haciz tutanağı ile de sabit olduğu üzere üçüncü kişinin sunmuş olduğu bilgi ve belgelerin dikkate alınıp değerlendirilmek suretiyle alacaklının haciz talebini reddeden memurluk işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine evrak üzerinden karar verilmiştir.
Alacaklı vekilinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; icra memurunun İİK'nın 78. maddesi uyarınca kendisine gelen haciz taleplerini kabul edilebilirlik testine tabi tutmasının haczedilmezlik hükümlerinin dikkate alınıp değerlendirilmesi açısından önemli olduğu, icra memurunun her talebi hükme çevirmesi hâlinde İİK'nın 78. maddesi ve ondan sonra gelen ilişilmez kılınan tüm alacak hak ve taleplerin ilişilir kılınmasına sebep olacağı ve ondan sonra gelen hükümleri işlemez hâle getireceği, İİK'nın 79. maddesinin gelen her talebi otomatik olarak hacze dönüştürülmesini düşünmediği ve talebin doğruluk, gerçeklik ve tipikliği sınanmadan doğrudan uygulanmasına izin vermediği, haciz isteğinin kabul edilebilir olmasının onun yasal ve meşru istem olmasına bağlı olduğu, istemin meşruluğunun diğer cephesinin isteğin iyi niyet kuralları ile uyumluluğuna tekabül ettiği, iyi niyetin gerek yatay gerekse dikey ilişkilerde hak ve yetkilerin kullanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde dürüst olmayı gerektirdiği (TMK'nın 2. maddesi ve HMK'nın 29. maddesi), dolayısıyla haczedilmesi mümkün olmayan bir malın haczinde ısrarın yatay ve dikey iyi niyet kurallarını zorlamak anlamına geldiği, somut olayda icra müdürünün olay mahallinde yapmış olduğu test sonucu malların borçluya ait olmadığı konusunda kanaate vardığı, icra müdürlüğünün bir haciz talebini herhangi bir teste tabi tutmadan uygulaması hâlinde ortaya hukukun istemediği sonuçların çıkacağı, haciz talebinin yerine getirilmesiyle dava konusu hakla ilgisi olmayan bir kimsenin anayasanın ve yasaların koruması altındaki mülkiyet hakkının bir taleple ortadan kaldırılmış yada sınırlanmış hâle geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı alacaklı vekili tarafından temyize getirilmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 79. maddesinin 1. fıkrası ve 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra memurunun haciz mahallinin borçluyla ilgisinin olmadığı gerekçesiyle, alacaklının haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisinin olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alacaklının şikâyetinin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası temel hak ve özgürlükleri düzenlemiş ve korumuştur. İcra hukukunun kendine özgü ilkelerinin temel haklarla bağlantısı vardır. Cebri icra hukuku devletin zor kullanma yetkisinin bulunduğu bir alan olup, kişilerin malvarlığı ve kişilik haklarını doğrudan ilgilendirmektedir. İcra hukuku alacaklının hak arama özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel hakları ile borçlunun kişilik ve malvarlığı değerlerinin çatıştığı bir alandır. Bu alanda alacaklı, borçlu ve bazen de üçüncü kişiler arası menfaat dengesinin gözetilmesi gerekir. Borçlunun uğrayacağı zarar ile alacaklıya sağlanacak yarar arasındaki fark ölçülü olmalıdır. Cebri icra kişilerin gerek kişilik gerekse malvarlığı haklarına doğrudan müdahaleyi gerektirdiği için belirli ve kesin olmalı, sınırları baştan belirlenebilmelidir. İcra hukukunda mülkiyet hakkı temel bir hak olarak alacaklı, borçlu ve üçüncü kişiler bakımından korunmaktadır. Alacaklı mülkiyet hakkına kavuşmalı, borçlu takip konusu borç dışında malvarlığına karşı haksız müdahalelere karşı korunmalı, üçüncü kişiler de malvarlıklarına yapılan haksız müdahaleleri ortadan kaldırma imkânına sahip olmalıdır. Örneğin borçluya ait olduğu sanılarak üçüncü kişilerin mallarına haciz konulması hâlinde üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve korunmasına imkân sağlamak amacıyla istihkak prosedürü öngörülmüştür (İcra ve İflas Kanunu'nun 96 vd.). Nitekim İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nun 82. maddesiyle borçlunun malvarlığının sınırsız şekilde haczedilerek satılması önlenmiştir.
Borçların zorla yerine getirilmesini sağlayan, bu çerçevede zor kullanma yetkisi de olan ve yetkileri kanunla belirlenen icra dairelerinin sorumlu amiri durumundaki icra müdürleri, icra işlerinde birinci derecede görevlidir ve yaptıkları işlemlerin bazılarında hiçbir takdir yetkisi yokken, bazı işlemlerinde ise takdir yetkisi tanınmıştır. Takdir yetkisi tanınan hâllerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatini en iyi şekilde gözetmek zorundadır. Ayrıca kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin kendisine verdiği görevleri yapıp yapmama konusunda serbestiye sahip olmayıp; kendisine yapılan her talep hakkında olumlu veya olumsuz bir işlemde bulunmak, karar vermek zorundadır. İcra hukukunun ilk uygulandığı yer icra daireleridir.
İcra daireleri icra hâkimliklerinin daimi gözetimi ve denetimi altında olup, işlemlerine karşı icra mahkemelerine şikâyet yoluna başvurulur. Şikâyet, icra dairelerinin icra hukukuna aykırı olan ve hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali ve düzeltilmesini veya yerine getirilmeyen ya da sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesini sağlamak için kabul edilmiş bir kanun yoludur. Müdürlük kararlarının değiştirilmesi ya da iptali şikâyet yoluyla icra mahkemesinin kararıyla olanaklı kılınmıştır. İİK'nın 5. maddesi uyarınca icra memurlarının görevleri sırasında ve görevleri nedeniyle kusurlarından doğan tazminat davaları idare aleyhine açılır. Devlet zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu edebilir.
Uyuşmazlığın çözümünde haciz işleminin açıklanması gerekmektedir.
Haciz cebri icra organı tarafından yapılan devlete ilişkin bir hakimiyet tasarrufu olup, icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda istemde bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra memuru tarafından hukuken el konulmasıdır. Haczin amacı borçlunun mallarının paraya çevrilerek alacaklının tatminidir. Bunun dışında hacizli malların alacaklıya devri mümkün değildir. Borçlunun parasal bir değer taşıyan İİK'nın 82 ve diğer özel yasalarda haczedilemeyeceği düzenlenmemiş olan mal ve hakları borcundan dolayı kısmen veya tamamen haczedilebilir. İİK'nın 82. maddesine 02.07.2012 tarihli ve 6352 Sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen son fıkra "icra memuru haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir" şeklinde olup, icra memuruna haciz talep edilen malın bu madde uyarınca haczinin kabil olup olmadığını değerlendirerek, haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisi verilmiştir. İcra memurlarına tanınan takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczinin kabil olup olmadığıyla sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında haczedilmesi talep edilen malın üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi bulunmamaktadır.
İİK'nın 79. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç 3 gün içinde haczi yapması gerekir. Yine aynı Kanun'un 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince, icra dairesince, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta bulunan menkul malları ile gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana para, faiz ve masraflar da dâhil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı haczedilecektir. İİK'nın 85. maddesinin 2. fıkrası borçluya ait olup da üçüncü kişi elinde olan malların da haczedilebileceğini öngörmektedir. Zira borçlu haczedilebilir tüm malvarlığı ile alacaklıya karşı sorumludur. İcra memuru üçüncü kişi elinde bulunan bir malı, borçlunun üçüncü kişide malı olduğunu bildirmesi veya alacaklının bu yönde bir beyanda bulunması hâlinde haczeder. Malın sadece üçüncü kişi elinde bulunması onun haczine engel olmayacağı gibi, borçlunun elinde haczedilmesi de hak sahibi üçüncü kişilerin istihkak iddia etmelerine engel değildir. Üçüncü kişinin haczedilen mal üzerinde mülkiyet veya ayni hak sahibi olduğunu ileri sürmesine istihkak iddiası denir.
İİK'nın 85. maddesinin 2. fıkrası " Borçlu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahıslar, taşınır mal üzerinde üçüncü bir şahsın mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakkının bulunması veya taşınır malın üçüncü şahıs tarafından haczedilmiş olması hâlinde bu hususu haciz yapan memura beyan etmek ve beyanının haciz tutanağına geçirilmesini talep etmek, haczi yapan memur da borçluyu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları bu beyana davet etmek zorundadır..." şeklinde düzenlemiştir. Haciz tutanağı ise İİK'nın 102. maddesine göre tanzim edilir.
İİK'nın 79. maddesi kesin bir ifadeyle icra dairesinin haczi yapacağından, 85. madde; maddede belirtilen yasal koşullar altında alacaklı ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğunca telif edilerek borçlunun mal ve haklarının haczolunacağından söz etmektedir. 85. madde sadece, “alacaklara yetecek miktarın” saptanması konusunda icra müdürüne bir takdir hakkı tanımaktadır. İİK'nın 79 ve 85. maddesinin 2. fıkrası icra memurunun haciz istenen malın üçüncü kişiye ait olduğuna ilişkin iddia üzerine haciz yapmaktan kaçınamayacağını öngörmektedir. İcra memurunun haciz yapıp yapmama konusunda takdir yetkisi yoktur (Kuru, B.:İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2013, s. 420).
Haciz sırasında İcra ve İflas Kanunu icra memuruna maddi hukuk kurallarına göre üçüncü kişinin mülkiyet iddiasının doğru olup olmadığını araştırma ve inceleme yetkisi vermemiştir. Üçüncü kişi tarafından istihkak iddiasında bulunulması hâlinde icra memurluğunca yapılması gereken istihkak iddiasını tutanağa geçirip malın borçlu elinde mi yoksa üçüncü kişi elinde mi haczedildiği tespit edilerek, İİK'nın 97. ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Çünkü istihkak iddiasına konu malın kime ait olduğunu inceleme ve karar verme yetkisi ve görevi icra mahkemesine verilmiştir.
İstihkak davası, istihkak iddia edilen malların hacizden kurtulması için başvurulan bir davadır. Devletin cebri icra organları tarafından haklarına müdahale edildiğini düşünen üçüncü kişiler tarafından açılan istihkak davasının amacı başkasının borcu için mallarının haczedildiğini ileri süren üçüncü kişilerin söz konusu malları hacizden kurtarmaktır. İİK'nın 96, 97 ve 99. maddelerine göre istihkak iddiası ve bunu takip eden istihkak davası haczedilen malın borçlunun ya da üçüncü kişinin elinde bulunması ihtimaline göre farklı usullere tabi tutulmuştur. Haczedilen menkuller eğer borçlunun elinde kabul edilir ve üçüncü kişi istihkak iddiasında bulunur da alacaklı veya borçlu buna itiraz ederse, dosya İİK'nın 97. maddesi uyarınca istihkak iddiası ile ilgili olarak karar verilmek üzere icra mahkemesine gönderilir. Üçüncü kişinin elinde olursa, icra müdürlüğü istihkak iddiası üzerine alacaklıya istihkak davası açması için İİK'nın 99. maddesi uyarınca süre verir.
İİK'nın 79, 85/2, 96, 99 ve 102. maddeleri aslında üçüncü kişiye ait malın borçluya ait sanılarak haczedilebileceğini varsaymakta, bu nedenle üçüncü kişilere istihkak iddiasında bulunma hakkı tanımaktadır.
Borçlu hakkında yapılan icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bu yüzden doğacak gerçek zararının ödetilmesi, İİK'nın 97. maddesinde öngörülen ve sınırlı kalan hükmü dışında genel hükümlere göre genel mahkemelerde açılabileceği ayrı bir dava ile isteyebileceğine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunca karar verilmiştir (İBK 24.05.1974 tarihli, R.G.: 27.06.1974 tarihli ve 14928 sayılı). İcra müdürü, alacaklının borçluya ait olduğu iddiası ile haciz istemesine rağmen üçüncü kişinin istihkak iddiasında bulunması nedeniyle hacizden vazgeçemez. Aksi hâlde alacaklının şikâyeti kabul edilse dahi haciz konusu malın haciz mahallinden kaçırılması hâlinde o mal üzerine haciz koyma imkânı kalmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, alacaklı tarafından borçlu K. Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş. aleyhine başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız icra takibinde borçlunun takip talebindeki adresi olan "Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:55 Tepebaşı Beyoğlu/İstanbul adresine 06.03.2013 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği, borçlunun vekili aracılığıyla yasal süresinde borca, faize ve tüm ferilere itiraz ettiği, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 27.10.2014 tarihli ve 2014/425 E., 2014/341 K. sayılı kararıyla itirazın iptali ile takibin devamına karar verildiği, alacaklı vekilinin talebiyle borçlunun ödeme emri tebliğ edilen adresine gidildiği, 17.12.2014 tarihli haciz tutanağına göre adreste hazır olan M. Yüksel isimli kişinin haciz işlemi yapılan adresin Semerkand Yapı A.Ş.'ne ait olduğunu ve kendisinin mali müşavir olduğunu beyan ederek vergi levhası ve ticaret sicil gazetesi sunduğu, alacaklı vekilinin haciz ve muhafaza talep ettiği, icra memurunun ibraz edilen belgelere göre haciz mahallinin borçlu ile ilgisinin olmadığı gerekçesiyle haciz işlemi yapmadığı görülmektedir.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler uyarınca somut olayda haciz yapılmasına ilişkin alacaklı vekilinin isteminin yerine getirilmesi konusunda icra memurunun bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İcra memurunun takdir yetkisi İİK'nın 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında, haczi istenen menkullerin üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. İcra memurunun yetkisini aşarak haciz işlemi yapmaması bir hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması niteliğinde olup süresiz şikâyete tabidir. İcra memurluğunca yapılması gereken iş haciz işlemi yaparak, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK'nın 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Zira malın mülkiyetinin borçluya veya üçüncü kişiye ait olduğunun tespiti yargılama gerektirir. Somut olaydaki gibi menkuller mülkiyet iddia eden üçüncü kişi nezdinde haczedildiğinde İİK'nın 99. maddesi uyarınca alacaklıya istihkak davası açması için süre verilmesi gerekir. İstihkak davası açılması durumunda ispat yükü de alacaklı üzerinde olur. Ayrıca üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde muhafaza işlemi de yapılamaz. Görüldüğü üzere anılan bu hükümlerle icra takibi sırasında üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve koruma imkânı tanınmakta ve menfaatleri gözetilmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, alacaklının beyanından başka borçlu ile ilgisi tespit edilemeyen malların haczinin Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle direme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Şikâyetçi alacaklı (davacı) vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'na 5311 Sayılı Kanun'un 29. maddesiyle eklenen geçici 7. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken İİK'nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.07.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre; üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedildiğinde, üçüncü şahsın kabulü hâlinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır. Mallar satış mahalline getirilmediği takdirde muhafaza altına alınabilir veya yediemin değişikliği yapılabilir (İİK 88/2-cümle 2).
Haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi nezdinde bulunursa, bu kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde bu mal muhafaza altına alınmaz. İcra müdürü, üçüncü kişi aleyhine icra mahkemesinde istihkak davası açması için alacaklıya yedi gün süre verir. Bu süre içinde icra mahkemesine istihkak davası açılmaz ise üçüncü kişinin iddiası kabul edilmiş sayılır. Alacaklı tarafından süresinde açılan dava sonuçlanıncaya kadar, haczedilen malın satışı yapılamaz. Haczin, üçüncü kişinin yokluğunda yapılması ve üçüncü kişi lehine istihkak iddiasında bulunulması hâlinde de bu fıkra hükmü uygulanır (İİK 99/1).
Bu hükümler alacaklı tarafından borçluya ait olduğu iddia edilen ve üçüncü kişi elinde bulunan malların hacziyle ilgili olup, alacaklının borçluya ait olduğunu iddia ettiği üçüncü kişi elindeki taşınır malların haczedilmesini mümkün kılmaktadır. 99. maddede istihkak davası açma yükümlülüğü alacaklı tarafa yüklenmiş ve mallar üçüncü kişiye yediemin olarak bırakılmakta ise de haciz işlemi tasarruf yetkisini yine de sınırlamaktadır. İstihkak davası sonuçlanıncaya kadar bu malları elden çıkaramayacak, satıp paraya çeviremeyecek, ticari işletmesindeki alışverişinin bir parçası olarak kullanamayacaktır. Bu ise mülkiyet hakkının sınırlanması anlamına gelecektir.
Bu sınırlayıcı etki, üçüncü kişi elindeki malların alacaklı tarafından haczinin istenmesi hâlinde icra memurunun haciz yapmak zorunda olup olmadığı, bu konuda tamamen alacaklı beyanıyla bağlı mı olduğu yoksa malın gerçekten borçluya ait olduğu konusunda emare olup olmadığını da incelemek suretiyle haczi yapma veya yapmama konusunda bir takdir yetkisine sahip olup olmadığı konusunun değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu konuda İİK'da açık bir hüküm yok ise de 85/1. maddedeki düzenleme açıkça borçlunun mallarının haczedilmesini düzenlediğinden haczi istenen malların borçlunun olduğu konusunda hiç bir emare bulunmayan hallerde icra memurunun haciz talebini reddetme yetkisi bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Maddenin Anayasal ilkeler ışığında yorumu da bu sonucu gerektirir. Anayasa Mahkemesi'nin 05.01.2017 tarihli 2017/137 Esas, 2017/161 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; "Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir."
Hukuki güvenlik ilkesi, hukuk devletinin en temel unsurlarından birisidir. Bu ilke anayasayla teminat altına alınan yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, çalışma hakkı, konut dokunulmazlığı gibi her türlü hakkının da korunmasını gerektirir.
Anayasa'nın 35. maddesinde, temel bir insan hakkı olarak düzenlenen mülkiyet hakkı, herkese karşı ileri sürülebilen ayni bir hak olup, kişilerin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Anayasa ile korunan eşya üzerindeki hâkimiyet, devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan olduğu kadar, devletin korunması için gerekli tedbirleri almakla da görevli olduğu bir alandır.
Mülkiyet hakkı Anayasanın 13. maddesi gereğince kamu yararı amacı ile sınırlanabilir ise de sınırlandırmaların ölçülü ve orantılı olması, kamu yararı ile mülkiyet hakkı arasında makul bir denge taşıması gerekir. Kanunları uygulamakla yükümlü olanlar kanunları yorumlayıp uygularken kanunların kendi içinde bu dengeyi taşıyan hükümler içereceğini ve bu kapsamda yorumlanıp uygulanması gerektiğini de gözetmelidir.
Alacaklı ve borçlunun hak ve menfaatlerinin belli bir denge içinde korunmasının icra hukukunun temel prensiplerinden olmasının asıl nedeni de budur. Bu ilkenin sonucu olarak, Devletin cebri icra gücünü kullanmakla görevli organı olan icra müdürlüğü, bu gücü kullanırken borçlunun haklarının yanında üçüncü kişinin haklarını da hukuka aykırı müdahalelere karşı korumakla yükümlüdür.
Bu açıklamalarla birlikte değerlendirdiğimizde alacaklı; üçüncü kişi elindeki malların borçluya ait olduğunu belirterek haczedilmesini istemiş ise icra memurunun tamamen alacaklı talebiyle bağlı olduğu ve haciz yapmak zorunda olduğunun kabul edilmesi halinde malı elinde bulunduran üçüncü kişinin mülkiyet hakkının haksız haciz suretiyle müdahalelere karşı korunabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu hakların korunabilmesi ve mülkiyet hakkının sınırlanması konusunda denge kurulabilmesi için bu malların borçluya ait olduğu ve haczedilebileceği konusunda hiç bir emare yok ise icra müdürünün haciz talebini reddetme yetkisi olduğu gibi, reddetmekle yükümlü olduğu da kabul edilmelidir.
Aksi takdirde malın borçluya ait olup olmadığı ve bu itibarla haczi gerekip gerekmediği tamamen alacaklının beyanı, iradesi, insaf ve insiyatifine bırakılmış olur. Bu ise icra hükümlerinin dengesiz, orantısız, haksız müdahalelere açık biçimde uygulanmasına neden olur ki, kişilerin gereksiz ve nedensiz yere huzurlu yaşama haklarına zarar verilebilmesi ve devlet organının buna seyirci kalmaktan da öte aracılık etmesi kabul edilemez.
İİK 82/son maddeye göre "icra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir." İİK 82. madde borçluya ait olan malların hangilerinin haczedilip hangilerinin haczedilemeyeceğiyle ilgili ise de icra memurunun takdir yetkisinin sınırlarını göstermesi bakımından önemlidir. Zira bu değişiklik gerekçesinde yer alan "ayrıca, icra memurunun mal ve hakların haczi konusunda değerlendirme ve takdir yetkisine sahip olduğu açıkça belirtilmek suretiyle uygulamada karşılaşılan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır" ifadesi, 82. madde kapsamını da aşar biçimde, İcra ve İflas Kanunu uygulamalarında icra memurunun takdir yetkisinin varlığını ve yasa koyucunun bu konudaki iradesinin ne olduğunu da ortaya koyan bir açıklama niteliğindedir.
Üçüncü kişi elindeki borçlu mallarının haczi konusunda haciz ve istihkak düzenlemeleri mevcut iken ayrıca 89. madde hükmüne yer verilmiş olması da İİK 88. madde bakımından icra memurunun takdir yetkisinin varlığının bir sonucu olduğu kabul edilmelidir. 89. maddede doğrudan başta haciz uygulanmamakta haciz ihbarnamesi çıkarılıp itiraz etme veya itiraz etmeme hâline göre farklı sonuçlar bağlanmaktadır. Malın borçluya ait olduğu konusunda elinde delil bulunmayan alacaklı haciz talebinin reddedilme ihtimali ya da haksız haciz konulmasına neden olmanın kendisine verebileceği zararlardan korunmak için doğrudan 88. maddeye dayanmak yerine 89. maddeye dayanarak mal gerçekten borçluya ait ise ortaya çıkmasını ve haczin gerçekleşebilmesini sağlayacak, sağlayamaz ancak sonradan malın borçluya ait olduğunun ortaya çıkması hâlinde yanlış cevap verilmesinden doğan zararını isteyebilecek durumda olacaktır. İşte haciz konusunda birden fazla hükme yer verilmesi dengeleme ihtiyacından doğduğu kadar 88. madde ile haczin mümkün olmama ihtimali hâlinde kullanılabilecek alternatif bir yoldur. Böylece üçüncü kişiye haklarını daha kolay kullanma imkânı sağlanmakta, itiraz edilmeyerek kullanılmaması veya kabullenilmesi hâlinde hacze imkân sağlanarak alacaklının hakkının da yerine getirilmesi fırsatı yaratılmaktadır. İşte icra memurunun borçluya ait olduğuna dair hiç bir emare bulunmadığı için üçüncü kişide bulunan malların haczi talebini reddetmesi hâlinde, alacaklının haciz talebi karşılanmamış olsa da, alacaklının hâlâ 89. madde kapsamında haciz konulmasını isteyebilme hakkı bulunmaktadır. Bu şekilde iki farklı yolun varlığı dengeleyici bir düzenleme olup icra memurunun 88. madde kapsamında takdir yetkisi bulunduğunu da ortaya koyan bir düzenlemedir.
Tüm bu nedenlerle icra memurunun takdir yetkisi İİK 82. madde kapsamında borçluya ait malların hangilerinin haczedilebileceği ile sınırlı bir yetki olmayıp haczi istenen malın borçluya ait olup olmadığını da değerlendirip takdir edebilmeyi da kapsayan bir yetkidir. Belirttiğimiz nedenlerle özel dairenin takdir yetkisini 82. madde kapsamıyla sınırlayan bozma gerekçesine katılamıyoruz.
Mahkemece icra memurunun alacaklı talebiyle bağlı olmayıp takdir yetkisi bulunduğu yönündeki direnme gerekçesi yerinde ise de somut olay bazında değerlendirildiğinde takdir yetkisinin yerinde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi bakımından varılan sonuç dosya kapsamına uymamıştır. Çünkü haczi istenen malların bulunduğu yer daha önce borçlu hakkında tebliğ yapılan adres olup borçlu şirketten devir alındığına dair beyanda bulunulduğu da tutanağa geçirilmiş olup bu hâliyle haczi talep edilen malların borçluya ait olma ihtimalini gösteren emare de mevcut olduğundan en azından 99. madde gereğince istihkak iddiası tutanağa geçirilmek suretiyle haciz yapılması koşulları mevcut olduğundan memur işleminin şikâyet yoluyla iptali koşulları bulunduğundan bozma kararı sonucu itibarıyla dosya kapsamına uygundur. Bu nedenle direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Kat Karşılığı İnşaat Söz. Kay. Alacak Kararının Takibe Konulabilmesi İçin Kesinleşme

T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
  7. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/237
KARAR NO : 2019/244

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A
İ S T İ N A F  K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : EREĞLİ(KONYA) İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/10/2018
NUMARASI : 2018/210 ESAS  2018/214 KARAR
 
DAVANIN KONUSU : Şikayet (İcra Memur Muamelesi)
KARAR TARİHİ : 20/02/2019
KARAR YAZIM TARİHİ : 20/02/2019

              Ereğli (Konya) İcra Hukuk Mahkemesinin 08/10/2018 tarihli 2018/210 Esas ve 2018/214  Karar sayılı kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmakla  HMK 353. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan  inceleme sonucunda:
            TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı dava dilekçesinde özetle; davalı vekili tarafından kendisi ve velayeti altındaki çocukları hakkında Ereğli İcra Müdürlüğünün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla  hakkında ilamlı icra takibi başlatıldığını, takibe konu ilamın vekalet ücreti ve yargılama giderlerinden ibaret olduğunu, ilamın kesinleşmeden icraya konu edilemeyeceğini, mahkeme ilamlarının bir bütün olduğunu ve kesinleşmeden infaz edilemeyeceğini,  buna ilişkin Hukuk Genel Kurul kararı bulunduğunu, takibe konu ilamın önalım hakkında dayalı tapu iptali ve tescil davası olduğunu, bu nedenle kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili aynı haklara ilişkin ilamların kesinleşmedikçe icra takibine konu edilemeyeceğini, tüm bu nedenlerel şikayetinin kabulüne ve takibin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 
Dava dilekçesi hernekadar takip alacaklılarına tebliğ edilmemiş ise de; takip alacaklıları dava dosyasına haricen cevap dilekçesi sunarak, takip dayanağı ilamın infazı için kesinleşmesi zorunlu ilamlardan olmadığından şikayetin reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla  takibe dayanak yapılan Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağa hükmedildiğini,
HMK'nun 367/2. maddesi gereğince gayrimenkul ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez. Bu nedenle aynı ilamda yazılı eklentilerin de infazının istenebilmesi için ilamın kesinleşmesi zorunludur. Buna karşılık, gayrimenkulün aynına ilişkin olmayan (gayrimenkul üzerindeki kişisel "şahsi" haklara ilişkin olan) ilamların icraya konulabilmesi için bunların kesinleşmesine gerek yoktur.
Somut olayda; takibe dayanak yapılan ilamın gayrimenkul aynına ilişkin bir ihtilaf olmadığı, mahkemece tazminata hükmedildiği, nitekim gerekçeli kararda “ davacılar/karşı davalıların tazminat ödeme borcu altına girdiği, sözleşme maddeler ile de tespit olunduğundan dolayı...” şeklinde hüküm kurulduğu, dolayısıyla tescil işlemlerinde değişikliğe yol açacak bir hüküm kurulmadığından bahisle davacı/ borçlunun talepleri yerinde görülmediğinden şikayetin reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı istinaf dilekçesinde özetle; ilamların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olduğunu, yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin kısımların ilamı kesinleşmeden takip konusu yapılamayacağını, Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan taşınmaz paylaşımına karşılık alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, kararın istinaf edildiğini,  davalı tarafın bu kararda hükmedilen asıl alacak, vekalet ücreti ve yargılama gideri için  Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla ilamlı icra takibi başlattığını, karar kesinleşmeden takip başlatılamayacağını, ilk derece mahkemesince  davanın gayrimenkulün ayınına ilişkin olmadığından karar kesinleşmeden alacak ve ferileri için takip başlatılacağından bahisle şikayetin reddine karar verildiğini, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak şikayetin kabulüne ve icra takibinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR : Uyuşmazlık, takibe konu ilamın kesinleşmeden takip konusu yapılap yapılamayacağına  ilişkindir.
DELİLLER : Ereğli İcra Müdürlüğünün 2018/2880 Esas sayılı dosyası, Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararı,
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ SEBEPLER ve GEREKÇE:
Davalı alacaklı vekili tarafından Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin kararına istinaden davacı ve dava dışı kişiler hakkında asıl alacak, vekalet ücreti ve yargılama giderleri için Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla ilamlı icra takibi başlatmıştır. Davacı takibe konu kararın istinaf edildiğini, henüz kesinleşmediğini, karar kesinleşmeden asıl alacak ve ferileri için takip başlatılamayacağını ileri sürerek takibin iptalini talep etmiştir.
HMK'nun 367/2 maddesinde " kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez. " hükmü karşısında somut olayda takip dayanağı ilamın ait olduğu Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava taşınmazın ayına veya kişiler hukukuna ilişkin bir dava değildir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklı alacak davasıdır. Bu davada hükmedilen alacak ve ferilerin için icra takibi başlatılması için kararın kesinleşmesi gerekmemektedir. İlk derece mahkemesinin şikayetin reddine ilişkin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla dava ve takip dosyası içeriğine, dosyadaki yazılara göre ilk derece mahkemesi kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir aykırılığın bulunmadığı, davanın esasıyla ilgili hükme etki edecek tüm delillerin dava ve takip dosyası içinde bulunduğu, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, bu nedenle inceleme konusu kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından istinaf isteminin esastan reddi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM    : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 
1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK.nun 353/1-b-1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Peşin harcın mahsubu ile bakiye 8,50-TL karar harcının istinaf edenden alınarak hazineye irad kaydına,
3-İstinaf giderlerinin istinaf kanun yoluna başvuran taraf üzerinde bırakılmasına,
4-Kararın, taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, İİK'nun 364. ve HMK'nın 361. maddeleri uyarınca kararın  tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde dairemize veya bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi ilgili hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilecek bir dilekçe ile Yargıtay ilgili hukuk dairesi nezdinde TEMYİZ yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.  20/02/2019
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
  7. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/237
KARAR NO : 2019/244

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A
İ S T İ N A F  K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : EREĞLİ(KONYA) İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 08/10/2018
NUMARASI : 2018/210 ESAS  2018/214 KARAR
 
DAVANIN KONUSU : Şikayet (İcra Memur Muamelesi)
KARAR TARİHİ : 20/02/2019
KARAR YAZIM TARİHİ : 20/02/2019

              Ereğli (Konya) İcra Hukuk Mahkemesinin 08/10/2018 tarihli 2018/210 Esas ve 2018/214  Karar sayılı kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulmakla  HMK 353. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan  inceleme sonucunda:
            TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı dava dilekçesinde özetle; davalı vekili tarafından kendisi ve velayeti altındaki çocukları hakkında Ereğli İcra Müdürlüğünün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla  hakkında ilamlı icra takibi başlatıldığını, takibe konu ilamın vekalet ücreti ve yargılama giderlerinden ibaret olduğunu, ilamın kesinleşmeden icraya konu edilemeyeceğini, mahkeme ilamlarının bir bütün olduğunu ve kesinleşmeden infaz edilemeyeceğini,  buna ilişkin Hukuk Genel Kurul kararı bulunduğunu, takibe konu ilamın önalım hakkında dayalı tapu iptali ve tescil davası olduğunu, bu nedenle kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili aynı haklara ilişkin ilamların kesinleşmedikçe icra takibine konu edilemeyeceğini, tüm bu nedenlerel şikayetinin kabulüne ve takibin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 
Dava dilekçesi hernekadar takip alacaklılarına tebliğ edilmemiş ise de; takip alacaklıları dava dosyasına haricen cevap dilekçesi sunarak, takip dayanağı ilamın infazı için kesinleşmesi zorunlu ilamlardan olmadığından şikayetin reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla  takibe dayanak yapılan Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağa hükmedildiğini,
HMK'nun 367/2. maddesi gereğince gayrimenkul ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe icra edilemez. Bu nedenle aynı ilamda yazılı eklentilerin de infazının istenebilmesi için ilamın kesinleşmesi zorunludur. Buna karşılık, gayrimenkulün aynına ilişkin olmayan (gayrimenkul üzerindeki kişisel "şahsi" haklara ilişkin olan) ilamların icraya konulabilmesi için bunların kesinleşmesine gerek yoktur.
Somut olayda; takibe dayanak yapılan ilamın gayrimenkul aynına ilişkin bir ihtilaf olmadığı, mahkemece tazminata hükmedildiği, nitekim gerekçeli kararda “ davacılar/karşı davalıların tazminat ödeme borcu altına girdiği, sözleşme maddeler ile de tespit olunduğundan dolayı...” şeklinde hüküm kurulduğu, dolayısıyla tescil işlemlerinde değişikliğe yol açacak bir hüküm kurulmadığından bahisle davacı/ borçlunun talepleri yerinde görülmediğinden şikayetin reddine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı istinaf dilekçesinde özetle; ilamların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olduğunu, yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin kısımların ilamı kesinleşmeden takip konusu yapılamayacağını, Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan taşınmaz paylaşımına karşılık alacak davasının kısmen kabulüne karar verildiğini, kararın istinaf edildiğini,  davalı tarafın bu kararda hükmedilen asıl alacak, vekalet ücreti ve yargılama gideri için  Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla ilamlı icra takibi başlattığını, karar kesinleşmeden takip başlatılamayacağını, ilk derece mahkemesince  davanın gayrimenkulün ayınına ilişkin olmadığından karar kesinleşmeden alacak ve ferileri için takip başlatılacağından bahisle şikayetin reddine karar verildiğini, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak şikayetin kabulüne ve icra takibinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR : Uyuşmazlık, takibe konu ilamın kesinleşmeden takip konusu yapılap yapılamayacağına  ilişkindir.
DELİLLER : Ereğli İcra Müdürlüğünün 2018/2880 Esas sayılı dosyası, Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararı,
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ SEBEPLER ve GEREKÇE:
Davalı alacaklı vekili tarafından Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/42 Esas ve 2018/123 Karar sayılı kararıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan alacak davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin kararına istinaden davacı ve dava dışı kişiler hakkında asıl alacak, vekalet ücreti ve yargılama giderleri için Ereğli İcra Müdürlüğü’nün 2018/2880 Esas sayılı dosyasıyla ilamlı icra takibi başlatmıştır. Davacı takibe konu kararın istinaf edildiğini, henüz kesinleşmediğini, karar kesinleşmeden asıl alacak ve ferileri için takip başlatılamayacağını ileri sürerek takibin iptalini talep etmiştir.
HMK'nun 367/2 maddesinde " kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez. " hükmü karşısında somut olayda takip dayanağı ilamın ait olduğu Ereğli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava taşınmazın ayına veya kişiler hukukuna ilişkin bir dava değildir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklı alacak davasıdır. Bu davada hükmedilen alacak ve ferilerin için icra takibi başlatılması için kararın kesinleşmesi gerekmemektedir. İlk derece mahkemesinin şikayetin reddine ilişkin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla dava ve takip dosyası içeriğine, dosyadaki yazılara göre ilk derece mahkemesi kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir aykırılığın bulunmadığı, davanın esasıyla ilgili hükme etki edecek tüm delillerin dava ve takip dosyası içinde bulunduğu, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, bu nedenle inceleme konusu kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından istinaf isteminin esastan reddi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM    : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 
1-Davacının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK.nun 353/1-b-1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Peşin harcın mahsubu ile bakiye 8,50-TL karar harcının istinaf edenden alınarak hazineye irad kaydına,
3-İstinaf giderlerinin istinaf kanun yoluna başvuran taraf üzerinde bırakılmasına,
4-Kararın, taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, İİK'nun 364. ve HMK'nın 361. maddeleri uyarınca kararın  tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde dairemize veya bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi ilgili hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilecek bir dilekçe ile Yargıtay ilgili hukuk dairesi nezdinde TEMYİZ yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.  20/02/2019