*Takipten Önce %4,55 / Sonra %9,10 / Satıştan Sonra %11,38
*Vazgeçme/Haricen Tahsil (Hacizden Önce) %2,27 -(Hacizden Sonra) %4,55
*Maaş ve Ücret Ödemelerinde %4,55
*Başvuru Harcı / Yerine Getirme Harcı 427,60.TL
*Tahliye Harcı -İcra Teb.Üzerine%1,13 /İcra Kanalıyla%2,27
*İhale Damga Vergisi : Binde 5,69
*Kefalet/Temlik/Taahhütname Damga Vergisi Binde 9,48
*Yediemine Ödenen Paralardan Damga V. Binde 9,48
*Resmi şahıslar adına şahıslara ödenecek
paralardan Kesilecek Damga V. Binde 7,59
*Kira Sözleşmelerinden Alınacak Damga Vergisi Binde 1,89
*Cezaevi Yapı Harcı %2
*Vekalet Suret Harcı 60,80.TL
*Haciz, Teslim ve Satış Harcı : 1.004,00.TL
2024 Yolluk Miktarı : 14.456,55.TL.
Haciz, Teslim, Satış Harcından Memura Ödenen 207,99.TL
İflasın Açılması, Konkordato İsteği, Masaya Katılma:427,60 TL
İCRA DAİRELERİNİN YILLIK ve 3'er AYLIK DÖNEMLERİNE ilişkin TEFTİŞ İŞLEMLERİ ÖRNEKLERİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

YAPI DENETİM KURULUŞLARININ HİZMET BEDELLERİ OLARAK YATIRILAN PARALARIN HACZİ MÜMKÜN

T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2018/7430 
KARAR NO:2019/7508 
KARAR TARİHİ:02/05/2019 
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

>>YAPI DENETİM KURULUŞLARININ HİZMET BEDELLERİ OLARAK YATIRILAN VE YAPI DENETİMİ İŞİNDE FİİLEN KULLANILAN PARALARIN HACZİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.



ÖZET:05.02.2008 tarih ve 26778 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin 25. maddesinde ise; "Kanun ile öngörülen hizmet bedellerini karşılamak üzere, ilgili idare adına bankada bir yapı denetim hesabı açılır. Yapı denetim kuruluşunun hizmet bedelleri yapı sahibi tarafından bu hesaba yatırılır. Hizmet bedelleri, ilgili idarenin onayı ile yapı denetim kuruluşuna bu hesaptan ödenir. Bu hesap başka maksatlarla kullanılamaz. 21/7/1953 tarihli ve 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da belirtilen borçlar da dahil olmak üzere haczedilemez ve tedbir konulamaz" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler ışığında, belediyeler adına açılan yapı denetim hesaplarının temel dayanağının 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun olduğu ve bu paraların, yapı denetim hizmeti karşılığı, hizmet bedeli olarak anılan hesaba yatırıldığı ve belediye tarafından ise hizmeti veren yapı denetim kuruluşlarına ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yapı denetim hesaplarındaki paraların, belediyelere ait paralar olmayıp, yapı denetim kuruluşlarının hizmet bedelleri olarak yatırılan paralar olduğu ve kamu hizmeti niteliğinde olan yapı denetimi işinde fiilen kullanıldığı sonucuna varılmış olmakla, 5393 sayılı Yasanın 15/son maddesi uyarınca haczi mümkün değildir.


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu belediye tarafından icra mahkemesine yapılan başvuruda, haczedilen paranın, ... Kaymakamlığı Mal Müdürlüğü nezdinde bulunan yapı denetim hizmet bedeli ruhsatı veren idare payı hesabına yatan ve yatacak olan alacaklara ilişkin olduğu belirtilerek haczin kaldırılmasının istendiği, mahkemece yapı denetim hesabının haczedilemeyceğine ilişkin yasal bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

13.07.2001 tarihli ve 24461 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 13.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 29.06.2001 tarih ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun'un 1. maddesinde; "Bu kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen, imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir" hükmü yer almaktadır. Anılan Kanun’un 1., 4., 8. ve 12. maddelerine dayanılarak hazırlanan ve 05.02.2008 tarih ve 26778 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin 25. maddesinde ise; "Kanun ile öngörülen hizmet bedellerini karşılamak üzere, ilgili idare adına bankada bir yapı denetim hesabı açılır. Yapı denetim kuruluşunun hizmet bedelleri yapı sahibi tarafından bu hesaba yatırılır. Hizmet bedelleri, ilgili idarenin onayı ile yapı denetim kuruluşuna bu hesaptan ödenir. Bu hesap başka maksatlarla kullanılamaz. 21/7/1953 tarihli ve 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da belirtilen borçlar da dahil olmak üzere haczedilemez ve tedbir konulamaz" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler ışığında, belediyeler adına açılan yapı denetim hesaplarının temel dayanağının 4708 sayılı Yapı
Denetimi Hakkında Kanun olduğu ve bu paraların, yapı denetim hizmeti karşılığı, hizmet bedeli olarak anılan hesaba yatırıldığı ve belediye tarafından ise hizmeti veren yapı denetim kuruluşlarına ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yapı denetim hesaplarındaki paraların, belediyelere ait paralar olmayıp, yapı denetim kuruluşlarının hizmet bedelleri olarak yatırılan paralar olduğu ve kamu hizmeti niteliğinde olan yapı denetimi işinde fiilen kullanıldığı sonucuna varılmış olmakla, 5393 sayılı Yasanın 15/son maddesi uyarınca haczi
mümkün değildir.

Somut olayda, haciz konulan hesabın yapı denetim hesabı olduğu ihtilafsız olup, bu durumda mahkemece yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca haczedilmezlik şikayetinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/05/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:21
  • DuraN
T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2018/7430 
KARAR NO:2019/7508 
KARAR TARİHİ:02/05/2019 
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

>>YAPI DENETİM KURULUŞLARININ HİZMET BEDELLERİ OLARAK YATIRILAN VE YAPI DENETİMİ İŞİNDE FİİLEN KULLANILAN PARALARIN HACZİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.



ÖZET:05.02.2008 tarih ve 26778 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin 25. maddesinde ise; "Kanun ile öngörülen hizmet bedellerini karşılamak üzere, ilgili idare adına bankada bir yapı denetim hesabı açılır. Yapı denetim kuruluşunun hizmet bedelleri yapı sahibi tarafından bu hesaba yatırılır. Hizmet bedelleri, ilgili idarenin onayı ile yapı denetim kuruluşuna bu hesaptan ödenir. Bu hesap başka maksatlarla kullanılamaz. 21/7/1953 tarihli ve 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da belirtilen borçlar da dahil olmak üzere haczedilemez ve tedbir konulamaz" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler ışığında, belediyeler adına açılan yapı denetim hesaplarının temel dayanağının 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun olduğu ve bu paraların, yapı denetim hizmeti karşılığı, hizmet bedeli olarak anılan hesaba yatırıldığı ve belediye tarafından ise hizmeti veren yapı denetim kuruluşlarına ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yapı denetim hesaplarındaki paraların, belediyelere ait paralar olmayıp, yapı denetim kuruluşlarının hizmet bedelleri olarak yatırılan paralar olduğu ve kamu hizmeti niteliğinde olan yapı denetimi işinde fiilen kullanıldığı sonucuna varılmış olmakla, 5393 sayılı Yasanın 15/son maddesi uyarınca haczi mümkün değildir.


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu belediye tarafından icra mahkemesine yapılan başvuruda, haczedilen paranın, ... Kaymakamlığı Mal Müdürlüğü nezdinde bulunan yapı denetim hizmet bedeli ruhsatı veren idare payı hesabına yatan ve yatacak olan alacaklara ilişkin olduğu belirtilerek haczin kaldırılmasının istendiği, mahkemece yapı denetim hesabının haczedilemeyceğine ilişkin yasal bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

13.07.2001 tarihli ve 24461 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 13.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 29.06.2001 tarih ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun'un 1. maddesinde; "Bu kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen, imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir" hükmü yer almaktadır. Anılan Kanun’un 1., 4., 8. ve 12. maddelerine dayanılarak hazırlanan ve 05.02.2008 tarih ve 26778 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği'nin 25. maddesinde ise; "Kanun ile öngörülen hizmet bedellerini karşılamak üzere, ilgili idare adına bankada bir yapı denetim hesabı açılır. Yapı denetim kuruluşunun hizmet bedelleri yapı sahibi tarafından bu hesaba yatırılır. Hizmet bedelleri, ilgili idarenin onayı ile yapı denetim kuruluşuna bu hesaptan ödenir. Bu hesap başka maksatlarla kullanılamaz. 21/7/1953 tarihli ve 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da belirtilen borçlar da dahil olmak üzere haczedilemez ve tedbir konulamaz" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler ışığında, belediyeler adına açılan yapı denetim hesaplarının temel dayanağının 4708 sayılı Yapı
Denetimi Hakkında Kanun olduğu ve bu paraların, yapı denetim hizmeti karşılığı, hizmet bedeli olarak anılan hesaba yatırıldığı ve belediye tarafından ise hizmeti veren yapı denetim kuruluşlarına ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yapı denetim hesaplarındaki paraların, belediyelere ait paralar olmayıp, yapı denetim kuruluşlarının hizmet bedelleri olarak yatırılan paralar olduğu ve kamu hizmeti niteliğinde olan yapı denetimi işinde fiilen kullanıldığı sonucuna varılmış olmakla, 5393 sayılı Yasanın 15/son maddesi uyarınca haczi
mümkün değildir.

Somut olayda, haciz konulan hesabın yapı denetim hesabı olduğu ihtilafsız olup, bu durumda mahkemece yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca haczedilmezlik şikayetinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/05/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İDARELER İCRA DAİRESİNE BAŞ VURMAKSIZIN MAHKEME KARARINI RESEN UYGULAYAMAZ.

T.C.
DANIŞTAY
14.DAİRE BAŞKANLIĞI
ESAS NO: 2015/1963
KARAR NO: 2018/4297
KARAR TARİHİ: 31/05/2018

>İDARELER İCRA DAİRESİNE BAŞ VURMAKSIZIN MAHKEME KARARINI RESEN UYGULAYAMAZ.


ÖZET: Adli yargı mahkemelerince verilen kararların ilgililerince uygulanmaması üzerine, Mahkeme ilamı lehine olan tarafın icra dairesine başvurarak takip talebinde bulunmak suretiyle karar gereğinin yerine getirilmesini sağlayabileceği, bu kararda taraflardan birisinin idare olmasının karar icrasının doğrudan idarece yapılabilmesi sonucunu doğurmayacağı, dolayısıyla karar gereğinin idarece resen uygulanamayacağı, ilamın icrasının icra daireleri aracılığıyla yerine getirilmesi gerektiği hakkında.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, işin gereği görüşüldü:


Dava; Antalya İli, Kemer İlçesi, Ulupınar Köyü, … parselde bulunan hazineye ait orman vasıflı taşınmaz üzerindeki yapıların, Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.06.2009 günlü, E:2000/168, K2009/409 sayılı ilamına dayalı olarak 30 gün içerisinde yıkılarak söz konusu alanın boşaltılması gerektiğine, aksi halde bu işlemlerin Orman İşletme Şefliği ve kolluk kuvveti ile yapılacağına ilişkin 28.05.2013 günlü, 678 sayılı Antalya Orman İşletme Müdürlüğü, Ulupınar Orman İşletme Şefliği işlemi ile yapının mühürlenmesine ilişkin 02/12/2013 günlü işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; davacının orman parseli olarak Hazine adına tescilli bir alandan tahliyesine ve işyerinin mühürlenmesine yönelik işlemlerde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, bir kısım davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2004 sayılı İcra İflas Kanunun 26. maddesinde; taşınmazın tahliyesi ve teslimi başlığı altında “Bir taşınmazın tahliye ve teslimine dair olan ilam, icra dairesine verilince icra müdürü 24’üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde hükmolunan şeyin teslimini emreder. Borçlu taşınmazı işgal etmekte iken bu emri tutmazsa, ilamın hükmü zorla icra olunur.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanunun 30. maddesinde bir işin yapılmasına dair olan ilamların icrası başlığı altında “Bir işin yapılmasına mütedair ilam icra dairesine verilince icra memuru 24’üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya ilamda gösterilen müddet içinde ve eğer müddet tayin edilmemişse işin mahiyetine göre başlama ve bitirme zamanlarını tayin ederek işi yapmağı emreder. Borçlu muayyen müddetlerde işe başlamaz veya bitirmez ve iş diğer bir kimse tarafından yapılabilecek şeylerden olur ve alacaklı da isterse yapılması için lazım gelen masraf icra memuru tarafından ehlivukufa takdir ettirilir. Bu masrafın ilerde hükme hacet kalmaksızın borçludan tahsil olunup kendisine verilmek üzere ifasına alacaklı muvafakat ederse alınıp hükmolunan iş yaptırılır. Muvafakat etmezse ayrıca hükme hacet kalmadan borçlunun kafi miktarda malı haciz ile paraya çevrilerek o iş yaptırılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen İcra İflas Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerlerince verilen mahkeme kararının taraflara tebliği üzerine mahkeme ilamı lehine olan tarafça herhangi bir icra dairesine başvurularak takip talebinde bulunulması, icra dairesince bu konuda bir icra emri düzenlenerek bunun karşı tarafa gönderilmesi, icra emrinde ilamın gereğinin belli bir süre içinde yerine getirilmesi, aksi halde ilam hükmünün icra müdürlüğünce zorla icra edileceğinin bildirilmesi, verilen süre içinde ilam hükmü yerine getirilmez ise ilam hükmünün icra müdürlüğünce zorla icra edilmesi gerekmektedir.

Dosyasının incelenmesinden; Antalya İli, Kemer İlçesi, Ulupınar Köyü, Çıralı Mahallesi, . parsel sayılı taşınmaz içinde kalan tesis ile ilgili olarak Hazine tarafından ., . , . , . , . ve . mirasçıları . ile . aleyhine fuzulen işgal iddiası ile “elatmanın önlenmesi ve kal” davası açıldığı, bu davada Orman Genel Müdürlüğünün Hazine yanında müdahil olarak yer aldığı, davanın Kemer Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.06.2009 günlü, E:2000/168, K:2009/409 sayılı kararı ile Hazine lehine sonuçlandığı ve . parseldeki haksız müdahalenin meni ile yapılar nedeniyle kal kararı verildiği ve kararın 30.05.2011 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine 02/12/2013 günlü tutanak ile tesisin mühürlenerek içindeki eşyaların yediemin sıfatıyla .’a bırakıldığı, sonrasında davalı idarenin 28/05/2013 tarih ve 678 sayılı, . adına tesis edilen tebligat konulu işleminde “orman nitelikli taşınmazda bulunan yapıların Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.06.2009 günlü, 2000/168 Esas, 2009/409 sayılı kararı gereğince 30 gün içinde boşaltılması gerektiği, boşaltma ve yıkım kararı verilen yerlerin eski haline getirilmediği takdirde mahkeme kararının idare personeli ve kolluk kuvveti ile yapılacağı ve harcanacak giderlerin tahsil edileceğinin” belirtildiği ve tesisin işletmecilerinden olan davacılar tarafından bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda; adli yargı mahkemelerince verilen kararların ilgililerince uygulanmaması üzerine Mahkeme ilamı lehine olan tarafın icra dairesine başvurarak takip talebinde bulunmak suretiyle karar gereğinin yerine getirilmesini sağlayabileceği, bu kararda taraflardan birisinin idare olmasının karar icrasının doğrudan idarece yapılabilmesi sonucunu doğurmayacağı, dolayısıyla karar gereğinin idarece resen uygulanamayacağı, ilamın icrasının icra daireleri aracılığıyla yerine getirilmesi gerekmekte olup, dava konusu yazıda ise bu duruma aykırı olarak adli yargı kararının davada taraf olmayan ve müdahil olarak yer alan Orman Genel Müdürlüğünce ilgililere ihtar ve icrai nitelikli işlem ile uygulanması yoluna gidildiği görüldüğünden, dava konusu işlemde ve aksi yöndeki Mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; Antalya 2. İdare Mahkemesinin 16/10/2014 günlü, E:2014/199, K:2014/1358 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 31/05/2018 tarihinde oy birliği ile karar
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:19
  • DuraN
T.C.
DANIŞTAY
14.DAİRE BAŞKANLIĞI
ESAS NO: 2015/1963
KARAR NO: 2018/4297
KARAR TARİHİ: 31/05/2018

>İDARELER İCRA DAİRESİNE BAŞ VURMAKSIZIN MAHKEME KARARINI RESEN UYGULAYAMAZ.


ÖZET: Adli yargı mahkemelerince verilen kararların ilgililerince uygulanmaması üzerine, Mahkeme ilamı lehine olan tarafın icra dairesine başvurarak takip talebinde bulunmak suretiyle karar gereğinin yerine getirilmesini sağlayabileceği, bu kararda taraflardan birisinin idare olmasının karar icrasının doğrudan idarece yapılabilmesi sonucunu doğurmayacağı, dolayısıyla karar gereğinin idarece resen uygulanamayacağı, ilamın icrasının icra daireleri aracılığıyla yerine getirilmesi gerektiği hakkında.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince, işin gereği görüşüldü:


Dava; Antalya İli, Kemer İlçesi, Ulupınar Köyü, … parselde bulunan hazineye ait orman vasıflı taşınmaz üzerindeki yapıların, Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.06.2009 günlü, E:2000/168, K2009/409 sayılı ilamına dayalı olarak 30 gün içerisinde yıkılarak söz konusu alanın boşaltılması gerektiğine, aksi halde bu işlemlerin Orman İşletme Şefliği ve kolluk kuvveti ile yapılacağına ilişkin 28.05.2013 günlü, 678 sayılı Antalya Orman İşletme Müdürlüğü, Ulupınar Orman İşletme Şefliği işlemi ile yapının mühürlenmesine ilişkin 02/12/2013 günlü işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; davacının orman parseli olarak Hazine adına tescilli bir alandan tahliyesine ve işyerinin mühürlenmesine yönelik işlemlerde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar, bir kısım davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2004 sayılı İcra İflas Kanunun 26. maddesinde; taşınmazın tahliyesi ve teslimi başlığı altında “Bir taşınmazın tahliye ve teslimine dair olan ilam, icra dairesine verilince icra müdürü 24’üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde hükmolunan şeyin teslimini emreder. Borçlu taşınmazı işgal etmekte iken bu emri tutmazsa, ilamın hükmü zorla icra olunur.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanunun 30. maddesinde bir işin yapılmasına dair olan ilamların icrası başlığı altında “Bir işin yapılmasına mütedair ilam icra dairesine verilince icra memuru 24’üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya ilamda gösterilen müddet içinde ve eğer müddet tayin edilmemişse işin mahiyetine göre başlama ve bitirme zamanlarını tayin ederek işi yapmağı emreder. Borçlu muayyen müddetlerde işe başlamaz veya bitirmez ve iş diğer bir kimse tarafından yapılabilecek şeylerden olur ve alacaklı da isterse yapılması için lazım gelen masraf icra memuru tarafından ehlivukufa takdir ettirilir. Bu masrafın ilerde hükme hacet kalmaksızın borçludan tahsil olunup kendisine verilmek üzere ifasına alacaklı muvafakat ederse alınıp hükmolunan iş yaptırılır. Muvafakat etmezse ayrıca hükme hacet kalmadan borçlunun kafi miktarda malı haciz ile paraya çevrilerek o iş yaptırılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen İcra İflas Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerlerince verilen mahkeme kararının taraflara tebliği üzerine mahkeme ilamı lehine olan tarafça herhangi bir icra dairesine başvurularak takip talebinde bulunulması, icra dairesince bu konuda bir icra emri düzenlenerek bunun karşı tarafa gönderilmesi, icra emrinde ilamın gereğinin belli bir süre içinde yerine getirilmesi, aksi halde ilam hükmünün icra müdürlüğünce zorla icra edileceğinin bildirilmesi, verilen süre içinde ilam hükmü yerine getirilmez ise ilam hükmünün icra müdürlüğünce zorla icra edilmesi gerekmektedir.

Dosyasının incelenmesinden; Antalya İli, Kemer İlçesi, Ulupınar Köyü, Çıralı Mahallesi, . parsel sayılı taşınmaz içinde kalan tesis ile ilgili olarak Hazine tarafından ., . , . , . , . ve . mirasçıları . ile . aleyhine fuzulen işgal iddiası ile “elatmanın önlenmesi ve kal” davası açıldığı, bu davada Orman Genel Müdürlüğünün Hazine yanında müdahil olarak yer aldığı, davanın Kemer Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.06.2009 günlü, E:2000/168, K:2009/409 sayılı kararı ile Hazine lehine sonuçlandığı ve . parseldeki haksız müdahalenin meni ile yapılar nedeniyle kal kararı verildiği ve kararın 30.05.2011 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine 02/12/2013 günlü tutanak ile tesisin mühürlenerek içindeki eşyaların yediemin sıfatıyla .’a bırakıldığı, sonrasında davalı idarenin 28/05/2013 tarih ve 678 sayılı, . adına tesis edilen tebligat konulu işleminde “orman nitelikli taşınmazda bulunan yapıların Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.06.2009 günlü, 2000/168 Esas, 2009/409 sayılı kararı gereğince 30 gün içinde boşaltılması gerektiği, boşaltma ve yıkım kararı verilen yerlerin eski haline getirilmediği takdirde mahkeme kararının idare personeli ve kolluk kuvveti ile yapılacağı ve harcanacak giderlerin tahsil edileceğinin” belirtildiği ve tesisin işletmecilerinden olan davacılar tarafından bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda; adli yargı mahkemelerince verilen kararların ilgililerince uygulanmaması üzerine Mahkeme ilamı lehine olan tarafın icra dairesine başvurarak takip talebinde bulunmak suretiyle karar gereğinin yerine getirilmesini sağlayabileceği, bu kararda taraflardan birisinin idare olmasının karar icrasının doğrudan idarece yapılabilmesi sonucunu doğurmayacağı, dolayısıyla karar gereğinin idarece resen uygulanamayacağı, ilamın icrasının icra daireleri aracılığıyla yerine getirilmesi gerekmekte olup, dava konusu yazıda ise bu duruma aykırı olarak adli yargı kararının davada taraf olmayan ve müdahil olarak yer alan Orman Genel Müdürlüğünce ilgililere ihtar ve icrai nitelikli işlem ile uygulanması yoluna gidildiği görüldüğünden, dava konusu işlemde ve aksi yöndeki Mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; Antalya 2. İdare Mahkemesinin 16/10/2014 günlü, E:2014/199, K:2014/1358 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 31/05/2018 tarihinde oy birliği ile karar

İHALENİN FESHİ--SATIŞ İLANI TEBLİGATININ USULSÜZLÜĞÜ NEDENİYLE İHALENİN FESHİ

T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2018/15687
KARAR NO: 2019/4769
KARAR TARİHİ: 19.03.2019

>İHALENİN FESHİ--SATIŞ İLANI TEBLİGATININ USULSÜZLÜĞÜ NEDENİYLE İHALENİN FESHİ İSTEMİ--İHALE BEDELİNİN, EN AZ MUHAMMEN BEDEL KADAR OLMASI HALİNDE, İHALEDE ZARAR UNSURUNUN GERÇEKLEŞMEDİĞİNİN KABULÜ GEREKTİĞİ


ÖZET: Satış ilanı tebligatının usulsüzlüğü nedeniyle ihalenin feshini isteme hakkı, sadece kendisine usulüne uygun tebligat yapılmayan ilgilisine ait olup, ihalenin feshini isteyen davacının, kendisine ya da vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğunu da, ayrıca ve açıkça ileri sürmediği sürece, bu husus kamu düzeninden olmadığından, mahkemece resen fesih nedeni olarak incelenemez. Yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, ihale bedelinin, en az muhammen bedel kadar olması halinde, ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulü gerekir. Satış dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmazlardan birisinin muhammen bedelinin 18.300,00 TL, ihale bedelinin ise 25.600,00 TL olduğu anlaşılmaktadır. Anılan taşınmaz yönünden şikayetçilerin süresinde usulüne uygun kıymet takdirine itirazları da bulunmadığından ve dolayısıyla zarar unsuru gerçekleşmediğinden, ihalenin feshini istemekte hukuki yararları yoktur.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı ve ihale alıcısı E.Ö. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Duygu Dilek tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayetçiler borçlu İ.Ş. mirasçılarının ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurdukları, Ortaca İcra Hukuk Mahkemesi’nin 30.11.2017 tarih ve 2017/121 E. - 2017/170 K. sayılı kararı ile istemin reddine ve şikayetçiler aleyhine para cezasına hükmedildiği, şikayetçiler tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi’nin 04.10.2018 tarih ve 2018/415 E. - 2018/1904 K. sayılı kararı ile; muris İ.Ş'e yapılan kıymet taktir raporu ve satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğu gerekçesiyle, şikayetçilerin istinaf isteminin kabulüne ve ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak şikayetin kabulü ile davaya konu iki adet taşınmaza ilişkin ihalenin feshine karar verildiği, karara karşı alacaklı ve ihale alıcısı tarafından temyiz yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda, şikayetçilerin şikayet dilekçelerinde, diğer fesih nedenleri yanında, kıymet taktir raporunun tüm ilgililere tebliğ edilmediğini, muris İ.Ş.'e çıkartılan kıymet taktir raporunun muhtara yapıldığını ve haber kağıdı yapıştırılmadığını, satış ilanının tüm ilgililere tebliğ edilmediğini, tebligatların usulüne uygun olmadığını ileri sürerek iki adet taşınmaza ilişkin ihalenin feshi isteminde bulundukları, ilk derece mahkemesince ihalenin feshi talebinin reddine karar verildiği, şikayetçilerin borçlu murise yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğunu ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmaları üzerine istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemesi'nce, adı geçen borçlu murise gönderilen kıymet taktir raporunun Tebligat Kanunu'nun 16. maddesi ve satış ilanının tebligatının da Tebligat Kanunu'nun 21/1 ve Yönetmeliğin 30/1 maddeleri gereğince usulüne uygun tebliğ edilmediğinden bahisle ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir.

Satış ilanı tebligatının usulsüzlüğü nedeniyle ihalenin feshini isteme hakkı, sadece kendisine usulüne uygun tebligat yapılmayan ilgilisine ait olup, ihalenin feshini isteyen davacının, kendisine ya da vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğunu da, ayrıca ve açıkça ileri sürmediği sürece, bu husus kamu düzeninden olmadığından, mahkemece resen fesih nedeni olarak incelenemez.

Şikayetçilerin 19.07.2017 tarihli şikayet dilekçelerinin incelenmesinde; borçlu muris İ.Ş.'e yapılan kıymet taktir raporu ve satış ilanı tebliğ usulsüzlüğünün açıkça fesih nedeni olarak ileri sürülmediği, sadece kıymet taktir raporu ve satış ilanının tüm ilgililere tebliğ edilmediğinin ileri sürüldüğü, muris İ.Ş.'e çıkartılan kıymet taktir raporunun muhtara yapıldığını ve haber kağıdı yapıştırılmadığı iddia edilmiş ise de, kıymet taktir raporunun Tebligat Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca eşi D.Ş.'e tebliğ edildiği, Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca muhtara tebliğ edilmediği ve bu tebligatın usulüne uygun yapılmadığının şikayet dilekçesinde açıkça ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, Bölge Adliye Mahkemesi'nce, yanılgılı değerlendirme ile muris İ.Ş.’e yapılan kıymet taktir ve satış ilam tebligatının usulsüz olduğu gerekçe gösterilerek, taktir edilen kıymet de kesinleşmemiş olduğundan bahisle ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

Öte yandan; İİK'nun 134/8. maddesinde; "İhalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgili, vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatlerinin muhtel olduğunu ispata mecburdur" düzenlemesi yer almaktadır.

Yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, ihale bedelinin, en az muhammen bedel kadar olması halinde, ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulü gerekir.

Satış dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmazlardan, tapuda, Muğla İli, Dalaman İlçesi, 792 Parsel olarak kayıtlı olan taşınmazın muhammen bedelinin 18.300,00 TL, ihale bedelinin ise 25.600,00 TL olduğu anlaşılmaktadır. Anılan taşınmaz yönünden şikayetçilerin süresinde usulüne uygun kıymet takdirine itirazları da bulunmadığından ve dolayısıyla zarar unsuru gerçekleşmediğinden, ihalenin feshini istemekte hukuki yararları yoktur.

Bu durumda, bölge adliye mahkemesince yerel mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusu hakkında, HMK'nun 353/l-b-2. maddesi gereğince düzelterek yeniden esas hakkında karar verilmesi suretiyle; Muğla İli, Ortaca İlçesi, 371 Parsel sayılı taşınmaz yönünden ihalenin feshi talebinin esastan reddi ile ihale bedelinin % 10'u oranında para cezasına hükmedilmesine, Muğla İli, Dalaman İlçesi, 792 Parsel sayılı taşınmaz yönünden zarar unsuru bulunmadığından davanın reddine ve koşulları oluşmadığından para cezasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, davanın tümden kabulü ile ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Alacaklının ve ihale alıcısı E.Ö.'in temyiz itirazlarının kabulü ile, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi’nin 04.10.2018 tarih ve 2018/415 E. - 2018/1904 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi'ne gönderilmesine, 19/03/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:17
  • DuraN
T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2018/15687
KARAR NO: 2019/4769
KARAR TARİHİ: 19.03.2019

>İHALENİN FESHİ--SATIŞ İLANI TEBLİGATININ USULSÜZLÜĞÜ NEDENİYLE İHALENİN FESHİ İSTEMİ--İHALE BEDELİNİN, EN AZ MUHAMMEN BEDEL KADAR OLMASI HALİNDE, İHALEDE ZARAR UNSURUNUN GERÇEKLEŞMEDİĞİNİN KABULÜ GEREKTİĞİ


ÖZET: Satış ilanı tebligatının usulsüzlüğü nedeniyle ihalenin feshini isteme hakkı, sadece kendisine usulüne uygun tebligat yapılmayan ilgilisine ait olup, ihalenin feshini isteyen davacının, kendisine ya da vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğunu da, ayrıca ve açıkça ileri sürmediği sürece, bu husus kamu düzeninden olmadığından, mahkemece resen fesih nedeni olarak incelenemez. Yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, ihale bedelinin, en az muhammen bedel kadar olması halinde, ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulü gerekir. Satış dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmazlardan birisinin muhammen bedelinin 18.300,00 TL, ihale bedelinin ise 25.600,00 TL olduğu anlaşılmaktadır. Anılan taşınmaz yönünden şikayetçilerin süresinde usulüne uygun kıymet takdirine itirazları da bulunmadığından ve dolayısıyla zarar unsuru gerçekleşmediğinden, ihalenin feshini istemekte hukuki yararları yoktur.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı ve ihale alıcısı E.Ö. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Duygu Dilek tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayetçiler borçlu İ.Ş. mirasçılarının ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurdukları, Ortaca İcra Hukuk Mahkemesi’nin 30.11.2017 tarih ve 2017/121 E. - 2017/170 K. sayılı kararı ile istemin reddine ve şikayetçiler aleyhine para cezasına hükmedildiği, şikayetçiler tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi’nin 04.10.2018 tarih ve 2018/415 E. - 2018/1904 K. sayılı kararı ile; muris İ.Ş'e yapılan kıymet taktir raporu ve satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğu gerekçesiyle, şikayetçilerin istinaf isteminin kabulüne ve ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak şikayetin kabulü ile davaya konu iki adet taşınmaza ilişkin ihalenin feshine karar verildiği, karara karşı alacaklı ve ihale alıcısı tarafından temyiz yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda, şikayetçilerin şikayet dilekçelerinde, diğer fesih nedenleri yanında, kıymet taktir raporunun tüm ilgililere tebliğ edilmediğini, muris İ.Ş.'e çıkartılan kıymet taktir raporunun muhtara yapıldığını ve haber kağıdı yapıştırılmadığını, satış ilanının tüm ilgililere tebliğ edilmediğini, tebligatların usulüne uygun olmadığını ileri sürerek iki adet taşınmaza ilişkin ihalenin feshi isteminde bulundukları, ilk derece mahkemesince ihalenin feshi talebinin reddine karar verildiği, şikayetçilerin borçlu murise yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğunu ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmaları üzerine istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemesi'nce, adı geçen borçlu murise gönderilen kıymet taktir raporunun Tebligat Kanunu'nun 16. maddesi ve satış ilanının tebligatının da Tebligat Kanunu'nun 21/1 ve Yönetmeliğin 30/1 maddeleri gereğince usulüne uygun tebliğ edilmediğinden bahisle ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir.

Satış ilanı tebligatının usulsüzlüğü nedeniyle ihalenin feshini isteme hakkı, sadece kendisine usulüne uygun tebligat yapılmayan ilgilisine ait olup, ihalenin feshini isteyen davacının, kendisine ya da vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğunu da, ayrıca ve açıkça ileri sürmediği sürece, bu husus kamu düzeninden olmadığından, mahkemece resen fesih nedeni olarak incelenemez.

Şikayetçilerin 19.07.2017 tarihli şikayet dilekçelerinin incelenmesinde; borçlu muris İ.Ş.'e yapılan kıymet taktir raporu ve satış ilanı tebliğ usulsüzlüğünün açıkça fesih nedeni olarak ileri sürülmediği, sadece kıymet taktir raporu ve satış ilanının tüm ilgililere tebliğ edilmediğinin ileri sürüldüğü, muris İ.Ş.'e çıkartılan kıymet taktir raporunun muhtara yapıldığını ve haber kağıdı yapıştırılmadığı iddia edilmiş ise de, kıymet taktir raporunun Tebligat Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca eşi D.Ş.'e tebliğ edildiği, Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca muhtara tebliğ edilmediği ve bu tebligatın usulüne uygun yapılmadığının şikayet dilekçesinde açıkça ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, Bölge Adliye Mahkemesi'nce, yanılgılı değerlendirme ile muris İ.Ş.’e yapılan kıymet taktir ve satış ilam tebligatının usulsüz olduğu gerekçe gösterilerek, taktir edilen kıymet de kesinleşmemiş olduğundan bahisle ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

Öte yandan; İİK'nun 134/8. maddesinde; "İhalenin feshini şikayet yolu ile talep eden ilgili, vaki yolsuzluk neticesinde kendi menfaatlerinin muhtel olduğunu ispata mecburdur" düzenlemesi yer almaktadır.

Yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, ihale bedelinin, en az muhammen bedel kadar olması halinde, ihalede zarar unsurunun gerçekleşmediğinin kabulü gerekir.

Satış dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmazlardan, tapuda, Muğla İli, Dalaman İlçesi, 792 Parsel olarak kayıtlı olan taşınmazın muhammen bedelinin 18.300,00 TL, ihale bedelinin ise 25.600,00 TL olduğu anlaşılmaktadır. Anılan taşınmaz yönünden şikayetçilerin süresinde usulüne uygun kıymet takdirine itirazları da bulunmadığından ve dolayısıyla zarar unsuru gerçekleşmediğinden, ihalenin feshini istemekte hukuki yararları yoktur.

Bu durumda, bölge adliye mahkemesince yerel mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusu hakkında, HMK'nun 353/l-b-2. maddesi gereğince düzelterek yeniden esas hakkında karar verilmesi suretiyle; Muğla İli, Ortaca İlçesi, 371 Parsel sayılı taşınmaz yönünden ihalenin feshi talebinin esastan reddi ile ihale bedelinin % 10'u oranında para cezasına hükmedilmesine, Muğla İli, Dalaman İlçesi, 792 Parsel sayılı taşınmaz yönünden zarar unsuru bulunmadığından davanın reddine ve koşulları oluşmadığından para cezasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, davanın tümden kabulü ile ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Alacaklının ve ihale alıcısı E.Ö.'in temyiz itirazlarının kabulü ile, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi’nin 04.10.2018 tarih ve 2018/415 E. - 2018/1904 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi'ne gönderilmesine, 19/03/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Stajyer Avukata Yapılan Tebligat

– STAJYER AVUKATIN, TEBLİGATI ALMAYA YETKİLİ OLMADIĞI
Özet: Avukat ile stajyer avukat arasındaki ilişki iş akdi ya da hizmet akdine dayalı olmayıp kanuni bir ilişkidir. Bu nedenle avukat stajyerinin, Tebligat Kanunu’nu 17. maddesinde sayılan daimi çalışan veya müstahdem sıfatını taşımadığı belirgindir. Bu açıklamalar ışığında, dosya içerisinde gerekçeli kararın stajyer avukata tebliğine ilişkin avukatın yazılı bir oluru bulunmadığı gibi, gerekçeli kararın “çalışan” sıfatıyla stajyer avukata tebliği geçersizdir.

T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
E: 2017/1287 K: 2019/90 K.T.: 07.02.2019
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla Karacabey 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.07.2012 tarih ve 2011/310 E., 2012/403 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.04.2013 tarih ve 2012/23641 E., 2013/10736 K. sayılı kararı ile;

“… Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (6100 s. HMK. md. 255). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Davada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. O halde, davalı kocanın eşine sürekli şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve aşağıladığına ilişkin ve olaylara çok yakın tanık sözlerine değer verilmesi gerektiği gibi, tarafların birbirlerine karşılıklı şiddet eylemlerinden dolayı ceza mahkemesinin kesinleşen ilamı da dikkate alındığında, davacı kadının isteğinin kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözönünde tutulmadan yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği düşünüldü:

Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı (kadın) vekili, davalının müvekkilini sürekli hor görüp aşağıladığını, dövdüğünü, müvekkilinin ilk eşinden olan küçük kızını evlatlık olarak almayı taahhüt ettiği halde almadığı gibi müvekkiline kızını evlendirirken maddi ve manevi yardımda bulunmadığını, düğüne dahi katılmadığını ileri sürerek tarafların TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilerek 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakasının, 20.000,00TL maddi tazminat ve 20.000,00TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı (erkek) davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dinlenen davacı tanıklarından birinin davacının önceki evliliğinden olan kızı olduğu, bu tanığın davalı ile problemlerinin olduğu, diğer davacı tanıklarının da davacı ile yakın akraba olmaları yanında bilgi ve görgülerinin davalı tanık beyanları ile örtüşmediği, davalı tanık beyanlarına göre taraflar arasında bir geçimsizlik olmadığı, ceza davasında da her ikisinin karşılıklı yaralama eylemlerinden dolayı yargılandıkları, bu son soruşturma dışında davacı tanıklarının belirtiği şekilde davacının, davalının hakaret veya yaralama eyleminden ötürü bir şikayetinin bulunmadığı, davacı tanık beyanlarında geçen bir kısım geçimsizlik ifadelerinin geçmişte kaldığı ve tarafların tekrar bir araya geldiği, taraflar arasında boşanmayı gerektirecek nitelikte bir geçimsizliğin bulunmadığı gerekçesiyle ve TMK’nın 184. maddesinde yer alan “Hakim boşanma sebebi olarak ileri sürülen vakıanın varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe boşanmaya hükmedemez” hükmü ve “hukuk hiç kimsenin kusuruna dayanarak hak elde etmesini korumaz.” hükmü uyarınca davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece davanın reddine ilişkin verilen direnme kararı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığından” bahisle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle taraflar arasında daha önce olan kavgaların dava konusu yapılamayacağı, davaya gerekçe gösterilen ceza davasına konu son olayda kavgayı başlatan ve aşağılayanın kim olduğu üzerinde durulması gerektiği, davacının savcılıkta verdiği ifade ile mahkemede verdiği ifadenin farklı olmasının yanında savcılıkta verdiği itiraf mahiyetindeki beyanında, eşine “Çekil şuradan, ayağımın altından dedim ve ensesinden itekledim” şeklindeki davalıya karşı aşağılayıcı tavrı ve beyanı dikkate alındığında aslında aşağılayan ve kavgaya sebebiyet verenin davacı olduğu, eşinin böyle bir muamelesiyle karşılaşan davalının da davacıya tokat vurmasının Türk örfünde yadırganacak bir durum olmadığı, davacının kızının beyanlarının üvey babasına karşı tarafsız olmayacağı, yine tanık tarafından davacının sürekli dayak yediği beyan edilmiş olsa dahi dayaktan sonra evliliğin devam ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı (kadın) vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece temyiz talebinin süresinde olmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine dair verilen ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda davalı erkeğin kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı kadının açtığı davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasındadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce direnmeye ilişkin gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğine ilişkin işlemin usulüne uygun olup olmadığı, dolayısıyla temyiz talebinin süreden reddine ilişkin 02.07.2014 tarihli ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bilindiği üzere; 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin ilk cümlesine göre; “Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır”.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesinde;

”Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” hükmü yer almaktadır.

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Meslek ve sanat erbabına tebligat” başlıklı 26. maddesinde de;

”Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir.

Muhatabın işyerinde bulunmaması hâlinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.
Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Mevcut düzenlemeler dikkate alındığında belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde bunlara yapılacak tebliğ, o kişinin aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine yapılmalıdır. Bir başka deyişle muhatabın daimi çalışanı şeklinde yapılan tebligatın geçerli olabilmesi için, muhatap adına tebligat yapılan kişinin gerçekte muhatabın daimi çalışanı olması ve muhatabın bulunamaması halinde ise yukarıda mevzuatta belirtilen şekli işlemlerin yerine getirilerek tebligatın yapılması gereklidir. Aksi takdirde yapılan tebligat usulsüzdür.

Somut olayda 02.07.2014 tarihli direnme kararı davacı vekili Av. …’e tebliğe çıkarılmış, tebligat parçasında “muhatap adresten soruldu. Adliyeye gittiğinden aynı iş yerinde çalışan G.K.’ya tebliğ edildi” açıklaması ile 13.08.2014 tarihinde tebliğ memuru ve G.K. imzası ile tebligat yapılmıştır.

Davacı vekili ise 22.09.2014 tarihli temyiz dilekçesinde Gizem Koşar’ın, kendisinin stajyeri olduğunu ve stajyerinin konunun önemini bilmediğinden tebliğ işleminden haberdar olmadığını beyan etmiştir. “Dosya evrak tamamlama” sistemi ile tebliğ tarihinde adı geçen kişinin avukat stajyeri olup olmadığı hususlarının araştırılması için ilgili mahkemeye müzekkere yazılmış, 05.02.2019 tarihli cevabi yazıda Gizem Koşar’ın Bursa Barosuna kayıtlı avukat stajyeri olduğu ve avukat yanında olan stajını Av. … (davacı vekili) yanında 08.04.2014 ile 09.10.2014 tarihleri arasında tamamladığı bildirilmiştir.

Bu durumda gerekçeli kararın davacı vekili adına 13.08.2014 tarihinde stajyeri olan Av. Gizem Koşar’a tebliğ edildiği tartışmasız olup, öncelikle ön sorunun çözümü açısından avukat stajyerine yapılan tebliğin usulüne uygun ve geçerli bir tebligat sayılıp sayılamayacağı hususunun irdelenmesi gerekmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 4667 sayılı Kanunla değişik 23. maddesinde stajın yapılması ve stajyerin ödevleri düzenlenmiş ve maddenin ikinci fıkrasında “Stajyer, avukatla birlikte duruşmalara girmek, avukatın mahkemeler ve idari makamlardaki işlerini yapmak, dava dosyaları ve yazışmaları düzenlemek, baroca düzenlenen eğitim çalışmalarına katılmak, baro yönetim kurulunca verilen ve yönetmelikte gösterilecek diğer ödevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Stajyerler, meslek kurallarına ve yönetmeliklerde belirlenen esaslara uymak zorundadırlar” hükmüne yer verilmiştir.

Yine aynı Kanunun 26. maddesinde “Stajyerlerin yapabileceği işler” düzenlenmiş; bunlar “Stajyerler, avukat yanında staja başladıktan sonra, avukatın yazılı muvafakati ile ve onun gözetimi ve sorumluluğu altında, sulh hukuk mahkemeleri, sulh ceza mahkemeleri ile icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilirler.” şeklinde sıralanmış ve bu yetkinin staj bitim belgesinin verilmesi veya staj listesinden silinme ile sona ereceği maddenin son fıkrasında belirtilmiştir.

İşlerin stajyer veya sekreterle takibi, dava dosyalarının incelenmesi ve dosyadan örnek alma ise, aynı Kanunun 46.maddesinde; avukatın, işlerini kendi sorumluluğu altındaki stajyeri veya yanında çalışan sekreteri eliyle de takip ettirebileceği; avukat veya stajyerin, vekâletname olmaksızın dava ve takip dosyalarını inceleyebileceği, bu inceleme isteğinin ilgililerce yerine getirilmesinin zorunlu olduğu, vekâletname ibraz etmeyen avukata ise dosyadaki kağıt veya belgelerin örneği veya fotokopisinin verilmeyeceği, şeklinde düzenlenmiştir. 

Öte yandan, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Avukat Katiplerine Ve Stajyerlerine Tebligat” başlıklı 37. maddesi “Celse esnasında kazai merci tarafından sıfatları tesbit edilen avukat katiplerine ve stajyerlerine müteakip celse gün ve saatinin bildirilmesi avukata tebliğ hükmündedir.” düzenlemesini içermektedir. 

Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Staj Yönetmeliğinin 19. maddesinde ise stajyerin yapabileceği işler düzenlenmiş; maddede aynen; 

“Stajyer, avukat yanında staja başladıktan sonra, avukatın yazılı oluru ile onun gözetim ve sorumluluğu altında, sulh hukuk, sulh ceza mahkemeleri ile icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilir.
Bu yetki, staj bitim belgesinin verilmesi veya staj listesinden adının silinmesi ile sona erer.

Stajyer, yanında staj yaptığı avukatın yazılı oluru ile dava dosyalarından fotokopi ve benzeri yollarla örnek alabilir.

Stajyer ayrıca vekaletname veya yazılı olur olmaksızın, dava ve takip dosyalarını inceleyebilir.” hükmüne yer verilmiştir. 

Aynı Yönetmeliğin 20.maddesinde de, yanında staj yapılan avukatın, ilk üç ayın bitiminde ve staj süresinin sonunda birer rapor vereceği, son raporun kesin rapor olup, raporlarda stajyerin staja devamı, mesleki ilgisi, meslek ilke ve kurallarına yatkınlığı, katıldığı duruşmalar, yetki belgesi ile yürüttüğü işler, yaptığı araştırmalar ile uygulamalar ve benzeri çalışmaların değerlendirileceği, belirtilmiştir. 

Görüldüğü üzere, avukat stajyerinin ancak avukatın yazılı oluru ile onun gözetimi ve sorumluluğu altında, sulh hukuk, sulh ceza mahkemeleri ve icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebileceği ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebileceği kabul edilmiştir. 

Diğer yandan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 15. maddesinde; “Avukatlık stajı bir yıldır. Stajın bu kısmında yer alan hükümler uyarınca ilk altı ayı mahkemelerde ve kalan altı ayı da en az beş yıl kıdemi olan (bu beş yıllık kıdem hesabına Kanunun 4 üncü maddesinde yazılı hizmette geçen süreler de dahildir.) bir avukat yanında yapılır…” denilmektedir. Buna göre avukatlık stajı kanuni bir zorunluluk olup, mesleki bilgi ve tecrübeyi kazanmak amacıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla avukat ile stajyer avukat arasındaki ilişki iş akdi ya da hizmet akdine dayalı olmayıp kanuni bir ilişkidir. Bu nedenle avukat stajyerinin, Tebligat Kanunu’nu 17. maddesinde sayılan daimi çalışan veya müstahdem sıfatını taşımadığı belirgindir.
Bu açıklamalar ışığında, dosya içerisinde gerekçeli kararın stajyer avukata tebliğine ilişkin avukatın yazılı bir oluru bulunmadığı gibi, 02.07.2014 tarihli gerekçeli kararın “çalışan” sıfatıyla stajyer avukat G.K.’ya tebliği geçersizdir.

Ne var ki, Tebligat Kanununun 32. maddesinde yer alan ” tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmus ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmü gereğince davacı vekilinin tebliğden haberdar olduğunu beyan ettiği 15.09.2014 tarihi itibariyle 22.09.2014 tarihinde yapılan temyiz istemi süresindedir.

Belirtilen nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteğinin süresinde olmadığından reddine ilişkin yerel mahkemenin 11.11.2014 tarihli ek kararının bozularak kaldırılmasına oy çokluğu ile karar verilerek ön sorun bu şekilde aşılmış ve davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyizinin esastan incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelenmesine gelince;

Uyuşmazlığın çözümü için ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi; 

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü içermektedir. 

Anılan maddenin birinci fıkrası gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş bir çok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime taktir hakkı tanımıştır. 

Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu taktirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. 

Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olması durumunda, davacının kusuru daha ağır ise davalının açılan davaya itiraz hakkı bulunmaktadır (TMK m. l66/II). 
Bu düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir. 

Gerçekten, TMK. m. l66/II son cümleye göre itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. 

Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı (kadın) tanığı olarak dinlenen …, “annesinin evlilikte yıllarca dayak yediğini ama katlandığını, son bir kaç olayın adliyeye yansıdığını”, diğer tanık … ise, “davalının devamlı suretle eşini küçümsediğini ve eşini evde istemediğini” beyan etmiştir. Dosyada tanıkların olmayan vakıaları olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu bulunmamaktadır.

Diğer yandan, 09.04.2011 tarihli olayda Karacabey Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.06.2011 tarih ve 2011/297 E., 2011/884 K. sayılı kararı ile eşler arasından çıkan kavgada tarafların karşılıklı olarak birbirlerine fiziksel şiddet uyguladıkları, bu olay nedeniyle yargılanıp ceza aldıkları, verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın kesinleştiği ve tarafların bu olay sonrası bir araya gelmedikleri anlaşılmıştır.

Bu durumda, adı geçen tanık beyanları ve ceza dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davalı erkeğin boşanmaya sebebiyet verecek nitelikte kusurlu olduğu anlaşıldığından davacı kadının boşanma davasının kabulü gerekmektedir.

O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin davacı vekilinin temyiz isteğinin reddine ilişkin 11.11.2014 tarihli ek kararının oy çokluğu ile bozularak kaldırılmasına, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak 07.02.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi
– STAJYER AVUKATIN, TEBLİGATI ALMAYA YETKİLİ OLMADIĞI
Özet: Avukat ile stajyer avukat arasındaki ilişki iş akdi ya da hizmet akdine dayalı olmayıp kanuni bir ilişkidir. Bu nedenle avukat stajyerinin, Tebligat Kanunu’nu 17. maddesinde sayılan daimi çalışan veya müstahdem sıfatını taşımadığı belirgindir. Bu açıklamalar ışığında, dosya içerisinde gerekçeli kararın stajyer avukata tebliğine ilişkin avukatın yazılı bir oluru bulunmadığı gibi, gerekçeli kararın “çalışan” sıfatıyla stajyer avukata tebliği geçersizdir.

T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
E: 2017/1287 K: 2019/90 K.T.: 07.02.2019
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla Karacabey 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.07.2012 tarih ve 2011/310 E., 2012/403 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.04.2013 tarih ve 2012/23641 E., 2013/10736 K. sayılı kararı ile;

“… Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (6100 s. HMK. md. 255). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Davada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. O halde, davalı kocanın eşine sürekli şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve aşağıladığına ilişkin ve olaylara çok yakın tanık sözlerine değer verilmesi gerektiği gibi, tarafların birbirlerine karşılıklı şiddet eylemlerinden dolayı ceza mahkemesinin kesinleşen ilamı da dikkate alındığında, davacı kadının isteğinin kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, bu yönler gözönünde tutulmadan yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği düşünüldü:

Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı (kadın) vekili, davalının müvekkilini sürekli hor görüp aşağıladığını, dövdüğünü, müvekkilinin ilk eşinden olan küçük kızını evlatlık olarak almayı taahhüt ettiği halde almadığı gibi müvekkiline kızını evlendirirken maddi ve manevi yardımda bulunmadığını, düğüne dahi katılmadığını ileri sürerek tarafların TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilerek 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakasının, 20.000,00TL maddi tazminat ve 20.000,00TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı (erkek) davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dinlenen davacı tanıklarından birinin davacının önceki evliliğinden olan kızı olduğu, bu tanığın davalı ile problemlerinin olduğu, diğer davacı tanıklarının da davacı ile yakın akraba olmaları yanında bilgi ve görgülerinin davalı tanık beyanları ile örtüşmediği, davalı tanık beyanlarına göre taraflar arasında bir geçimsizlik olmadığı, ceza davasında da her ikisinin karşılıklı yaralama eylemlerinden dolayı yargılandıkları, bu son soruşturma dışında davacı tanıklarının belirtiği şekilde davacının, davalının hakaret veya yaralama eyleminden ötürü bir şikayetinin bulunmadığı, davacı tanık beyanlarında geçen bir kısım geçimsizlik ifadelerinin geçmişte kaldığı ve tarafların tekrar bir araya geldiği, taraflar arasında boşanmayı gerektirecek nitelikte bir geçimsizliğin bulunmadığı gerekçesiyle ve TMK’nın 184. maddesinde yer alan “Hakim boşanma sebebi olarak ileri sürülen vakıanın varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe boşanmaya hükmedemez” hükmü ve “hukuk hiç kimsenin kusuruna dayanarak hak elde etmesini korumaz.” hükmü uyarınca davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece davanın reddine ilişkin verilen direnme kararı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığından” bahisle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle taraflar arasında daha önce olan kavgaların dava konusu yapılamayacağı, davaya gerekçe gösterilen ceza davasına konu son olayda kavgayı başlatan ve aşağılayanın kim olduğu üzerinde durulması gerektiği, davacının savcılıkta verdiği ifade ile mahkemede verdiği ifadenin farklı olmasının yanında savcılıkta verdiği itiraf mahiyetindeki beyanında, eşine “Çekil şuradan, ayağımın altından dedim ve ensesinden itekledim” şeklindeki davalıya karşı aşağılayıcı tavrı ve beyanı dikkate alındığında aslında aşağılayan ve kavgaya sebebiyet verenin davacı olduğu, eşinin böyle bir muamelesiyle karşılaşan davalının da davacıya tokat vurmasının Türk örfünde yadırganacak bir durum olmadığı, davacının kızının beyanlarının üvey babasına karşı tarafsız olmayacağı, yine tanık tarafından davacının sürekli dayak yediği beyan edilmiş olsa dahi dayaktan sonra evliliğin devam ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı (kadın) vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece temyiz talebinin süresinde olmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine dair verilen ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda davalı erkeğin kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı kadının açtığı davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasındadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce direnmeye ilişkin gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğine ilişkin işlemin usulüne uygun olup olmadığı, dolayısıyla temyiz talebinin süreden reddine ilişkin 02.07.2014 tarihli ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bilindiği üzere; 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin ilk cümlesine göre; “Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır”.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesinde;

”Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” hükmü yer almaktadır.

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Meslek ve sanat erbabına tebligat” başlıklı 26. maddesinde de;

”Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir.

Muhatabın işyerinde bulunmaması hâlinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.
Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

Mevcut düzenlemeler dikkate alındığında belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde bunlara yapılacak tebliğ, o kişinin aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine yapılmalıdır. Bir başka deyişle muhatabın daimi çalışanı şeklinde yapılan tebligatın geçerli olabilmesi için, muhatap adına tebligat yapılan kişinin gerçekte muhatabın daimi çalışanı olması ve muhatabın bulunamaması halinde ise yukarıda mevzuatta belirtilen şekli işlemlerin yerine getirilerek tebligatın yapılması gereklidir. Aksi takdirde yapılan tebligat usulsüzdür.

Somut olayda 02.07.2014 tarihli direnme kararı davacı vekili Av. …’e tebliğe çıkarılmış, tebligat parçasında “muhatap adresten soruldu. Adliyeye gittiğinden aynı iş yerinde çalışan G.K.’ya tebliğ edildi” açıklaması ile 13.08.2014 tarihinde tebliğ memuru ve G.K. imzası ile tebligat yapılmıştır.

Davacı vekili ise 22.09.2014 tarihli temyiz dilekçesinde Gizem Koşar’ın, kendisinin stajyeri olduğunu ve stajyerinin konunun önemini bilmediğinden tebliğ işleminden haberdar olmadığını beyan etmiştir. “Dosya evrak tamamlama” sistemi ile tebliğ tarihinde adı geçen kişinin avukat stajyeri olup olmadığı hususlarının araştırılması için ilgili mahkemeye müzekkere yazılmış, 05.02.2019 tarihli cevabi yazıda Gizem Koşar’ın Bursa Barosuna kayıtlı avukat stajyeri olduğu ve avukat yanında olan stajını Av. … (davacı vekili) yanında 08.04.2014 ile 09.10.2014 tarihleri arasında tamamladığı bildirilmiştir.

Bu durumda gerekçeli kararın davacı vekili adına 13.08.2014 tarihinde stajyeri olan Av. Gizem Koşar’a tebliğ edildiği tartışmasız olup, öncelikle ön sorunun çözümü açısından avukat stajyerine yapılan tebliğin usulüne uygun ve geçerli bir tebligat sayılıp sayılamayacağı hususunun irdelenmesi gerekmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 4667 sayılı Kanunla değişik 23. maddesinde stajın yapılması ve stajyerin ödevleri düzenlenmiş ve maddenin ikinci fıkrasında “Stajyer, avukatla birlikte duruşmalara girmek, avukatın mahkemeler ve idari makamlardaki işlerini yapmak, dava dosyaları ve yazışmaları düzenlemek, baroca düzenlenen eğitim çalışmalarına katılmak, baro yönetim kurulunca verilen ve yönetmelikte gösterilecek diğer ödevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Stajyerler, meslek kurallarına ve yönetmeliklerde belirlenen esaslara uymak zorundadırlar” hükmüne yer verilmiştir.

Yine aynı Kanunun 26. maddesinde “Stajyerlerin yapabileceği işler” düzenlenmiş; bunlar “Stajyerler, avukat yanında staja başladıktan sonra, avukatın yazılı muvafakati ile ve onun gözetimi ve sorumluluğu altında, sulh hukuk mahkemeleri, sulh ceza mahkemeleri ile icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilirler.” şeklinde sıralanmış ve bu yetkinin staj bitim belgesinin verilmesi veya staj listesinden silinme ile sona ereceği maddenin son fıkrasında belirtilmiştir.

İşlerin stajyer veya sekreterle takibi, dava dosyalarının incelenmesi ve dosyadan örnek alma ise, aynı Kanunun 46.maddesinde; avukatın, işlerini kendi sorumluluğu altındaki stajyeri veya yanında çalışan sekreteri eliyle de takip ettirebileceği; avukat veya stajyerin, vekâletname olmaksızın dava ve takip dosyalarını inceleyebileceği, bu inceleme isteğinin ilgililerce yerine getirilmesinin zorunlu olduğu, vekâletname ibraz etmeyen avukata ise dosyadaki kağıt veya belgelerin örneği veya fotokopisinin verilmeyeceği, şeklinde düzenlenmiştir. 

Öte yandan, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Avukat Katiplerine Ve Stajyerlerine Tebligat” başlıklı 37. maddesi “Celse esnasında kazai merci tarafından sıfatları tesbit edilen avukat katiplerine ve stajyerlerine müteakip celse gün ve saatinin bildirilmesi avukata tebliğ hükmündedir.” düzenlemesini içermektedir. 

Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Staj Yönetmeliğinin 19. maddesinde ise stajyerin yapabileceği işler düzenlenmiş; maddede aynen; 

“Stajyer, avukat yanında staja başladıktan sonra, avukatın yazılı oluru ile onun gözetim ve sorumluluğu altında, sulh hukuk, sulh ceza mahkemeleri ile icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebilir ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebilir.
Bu yetki, staj bitim belgesinin verilmesi veya staj listesinden adının silinmesi ile sona erer.

Stajyer, yanında staj yaptığı avukatın yazılı oluru ile dava dosyalarından fotokopi ve benzeri yollarla örnek alabilir.

Stajyer ayrıca vekaletname veya yazılı olur olmaksızın, dava ve takip dosyalarını inceleyebilir.” hükmüne yer verilmiştir. 

Aynı Yönetmeliğin 20.maddesinde de, yanında staj yapılan avukatın, ilk üç ayın bitiminde ve staj süresinin sonunda birer rapor vereceği, son raporun kesin rapor olup, raporlarda stajyerin staja devamı, mesleki ilgisi, meslek ilke ve kurallarına yatkınlığı, katıldığı duruşmalar, yetki belgesi ile yürüttüğü işler, yaptığı araştırmalar ile uygulamalar ve benzeri çalışmaların değerlendirileceği, belirtilmiştir. 

Görüldüğü üzere, avukat stajyerinin ancak avukatın yazılı oluru ile onun gözetimi ve sorumluluğu altında, sulh hukuk, sulh ceza mahkemeleri ve icra mahkemelerinde avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili duruşmalara girebileceği ve icra müdürlüklerindeki işleri yürütebileceği kabul edilmiştir. 

Diğer yandan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 15. maddesinde; “Avukatlık stajı bir yıldır. Stajın bu kısmında yer alan hükümler uyarınca ilk altı ayı mahkemelerde ve kalan altı ayı da en az beş yıl kıdemi olan (bu beş yıllık kıdem hesabına Kanunun 4 üncü maddesinde yazılı hizmette geçen süreler de dahildir.) bir avukat yanında yapılır…” denilmektedir. Buna göre avukatlık stajı kanuni bir zorunluluk olup, mesleki bilgi ve tecrübeyi kazanmak amacıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla avukat ile stajyer avukat arasındaki ilişki iş akdi ya da hizmet akdine dayalı olmayıp kanuni bir ilişkidir. Bu nedenle avukat stajyerinin, Tebligat Kanunu’nu 17. maddesinde sayılan daimi çalışan veya müstahdem sıfatını taşımadığı belirgindir.
Bu açıklamalar ışığında, dosya içerisinde gerekçeli kararın stajyer avukata tebliğine ilişkin avukatın yazılı bir oluru bulunmadığı gibi, 02.07.2014 tarihli gerekçeli kararın “çalışan” sıfatıyla stajyer avukat G.K.’ya tebliği geçersizdir.

Ne var ki, Tebligat Kanununun 32. maddesinde yer alan ” tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmus ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmü gereğince davacı vekilinin tebliğden haberdar olduğunu beyan ettiği 15.09.2014 tarihi itibariyle 22.09.2014 tarihinde yapılan temyiz istemi süresindedir.

Belirtilen nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteğinin süresinde olmadığından reddine ilişkin yerel mahkemenin 11.11.2014 tarihli ek kararının bozularak kaldırılmasına oy çokluğu ile karar verilerek ön sorun bu şekilde aşılmış ve davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyizinin esastan incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelenmesine gelince;

Uyuşmazlığın çözümü için ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi; 

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü içermektedir. 

Anılan maddenin birinci fıkrası gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş bir çok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime taktir hakkı tanımıştır. 

Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu taktirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. 

Evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olması durumunda, davacının kusuru daha ağır ise davalının açılan davaya itiraz hakkı bulunmaktadır (TMK m. l66/II). 
Bu düzenlemeyle davalıya bu yolla bir itiraz hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu hakkın kötüye kullanılmasının yaptırımı da aynı hükümde belirtilmiştir. 

Gerçekten, TMK. m. l66/II son cümleye göre itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. 

Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı (kadın) tanığı olarak dinlenen …, “annesinin evlilikte yıllarca dayak yediğini ama katlandığını, son bir kaç olayın adliyeye yansıdığını”, diğer tanık … ise, “davalının devamlı suretle eşini küçümsediğini ve eşini evde istemediğini” beyan etmiştir. Dosyada tanıkların olmayan vakıaları olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu bulunmamaktadır.

Diğer yandan, 09.04.2011 tarihli olayda Karacabey Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.06.2011 tarih ve 2011/297 E., 2011/884 K. sayılı kararı ile eşler arasından çıkan kavgada tarafların karşılıklı olarak birbirlerine fiziksel şiddet uyguladıkları, bu olay nedeniyle yargılanıp ceza aldıkları, verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın kesinleştiği ve tarafların bu olay sonrası bir araya gelmedikleri anlaşılmıştır.

Bu durumda, adı geçen tanık beyanları ve ceza dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davalı erkeğin boşanmaya sebebiyet verecek nitelikte kusurlu olduğu anlaşıldığından davacı kadının boşanma davasının kabulü gerekmektedir.

O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin davacı vekilinin temyiz isteğinin reddine ilişkin 11.11.2014 tarihli ek kararının oy çokluğu ile bozularak kaldırılmasına, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak 07.02.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi

Yetkisizlik kararı- Kesinleşmesinden önce alacaklının dosyanın yetkili yere gönderilm

12. Hukuk Dairesi         2018/928 E.  ,  2018/6727 K.




"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 07/12/2017 tarih, 2016/23854 Esas - 2017/15231 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlatılan takibe karşı, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda, ...8. İcra Müdürlüğü'nün 2016/3075 Esas sayılı dosyası ile takibe başlandığını, yetki itirazı üzerine ... 5. İcra Hukuk mahkemesinin 2016/405-438 sayılı kararı ile yetki itirazının kabulü ile ... İcra Dairelerinin yetkili olduğunun tespitine karar verildiği,kararın temyiz edildiğini, karar kesinleşmeden alacaklının gönderme talebi ile dosyanın ... İcra Müdürlüğü'ne gönderildiği, bu icra dosyasından borçluya gönderilen ödeme emri üzerine borçlunun icra mahkemesine başvurarak alacaklının ...'daki takipten feragat etmeden ve yetkisizlik kararının kesinleşmesini beklemeden dosyanın ... İcra Müdürlüğü'ne gönderilemeyeceği iddiasıyla ... 1. İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı takibe dosyasından gönderilen ödeme emrinin iptalini talep ettiği, mahkemece, itirazın kabulü ile takibin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
HMK'nun 20. maddesi gereğince görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. 
Somut olayda, borçlunun yetkiye itirazı üzerine, ... 5. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2016/405-438 sayılı kararı ile yetki itirazının kabul edilerek ... İcra Dairelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verildiği, kararın 25.07.2017 tarihinde kesinleştiği, alacaklının henüz karar kesinleşmeden 20.04.2016 tarihinde dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesi talebinde bulunduğu ve ... 8.İcra Müdürlüğünce masraf verildiğinde dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesine karar verildiği,... 1.İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı dosyasından borçluya 22.04.2016 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği görülmektedir. 
Yukarıda açıklandığı üzere, HMK'nun 20. maddesi gereğince, yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra müdürlüğünce dosya mahkeme kararında yetkili yer olarak gösterilen icra dairesine gönderilemez. Somut olayda İcra Mahkemesince verilen yetkisizlik kararının kesinleşmesinden önce alacaklının dosyanın yetkili yere gönderilmesi talebinde bulunması geçerli olmakla birlikte yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra dosyası yetkili yere gönderilemez. Gönderilmesi halinde ödeme emrinin iptali gerekir.
Borçlunun bu yöndeki isteminin kabulüne dair kararın ödeme emrinin iptaline şeklinde düzeltilerek onanması gerekirken, Dairemizce doğrudan onandığı anlaşılmakla, onama kararının kaldırılarak, karar düzeltme talebinin kabulü gerekmiştir. 
SONUÇ : Alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 07.12.2017 tarih, 2016/23854-2017/15231 K. sayılı onama ilâmının kaldırılmasına, ... İcra Hukuk Mahkemesi'nin 26.05.2016 tarih ve 2016/114 E.-2016/158 K. sayılı kararının hüküm bölümünün (1) nolu bendinde yer alan "...... 1. İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı dosyasındaki takibin iptaline" cümlesindeki "takibin iptaline" kelimelerinin karar metninden silinerek yerine "...ödeme emrinin iptaline" kelimelerinin yazılmasına, kararın düzeltilmiş bu şekliyle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 26/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:15
  • DuraN
12. Hukuk Dairesi         2018/928 E.  ,  2018/6727 K.




"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 07/12/2017 tarih, 2016/23854 Esas - 2017/15231 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlatılan takibe karşı, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda, ...8. İcra Müdürlüğü'nün 2016/3075 Esas sayılı dosyası ile takibe başlandığını, yetki itirazı üzerine ... 5. İcra Hukuk mahkemesinin 2016/405-438 sayılı kararı ile yetki itirazının kabulü ile ... İcra Dairelerinin yetkili olduğunun tespitine karar verildiği,kararın temyiz edildiğini, karar kesinleşmeden alacaklının gönderme talebi ile dosyanın ... İcra Müdürlüğü'ne gönderildiği, bu icra dosyasından borçluya gönderilen ödeme emri üzerine borçlunun icra mahkemesine başvurarak alacaklının ...'daki takipten feragat etmeden ve yetkisizlik kararının kesinleşmesini beklemeden dosyanın ... İcra Müdürlüğü'ne gönderilemeyeceği iddiasıyla ... 1. İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı takibe dosyasından gönderilen ödeme emrinin iptalini talep ettiği, mahkemece, itirazın kabulü ile takibin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
HMK'nun 20. maddesi gereğince görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. 
Somut olayda, borçlunun yetkiye itirazı üzerine, ... 5. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2016/405-438 sayılı kararı ile yetki itirazının kabul edilerek ... İcra Dairelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verildiği, kararın 25.07.2017 tarihinde kesinleştiği, alacaklının henüz karar kesinleşmeden 20.04.2016 tarihinde dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesi talebinde bulunduğu ve ... 8.İcra Müdürlüğünce masraf verildiğinde dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesine karar verildiği,... 1.İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı dosyasından borçluya 22.04.2016 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği görülmektedir. 
Yukarıda açıklandığı üzere, HMK'nun 20. maddesi gereğince, yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra müdürlüğünce dosya mahkeme kararında yetkili yer olarak gösterilen icra dairesine gönderilemez. Somut olayda İcra Mahkemesince verilen yetkisizlik kararının kesinleşmesinden önce alacaklının dosyanın yetkili yere gönderilmesi talebinde bulunması geçerli olmakla birlikte yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra dosyası yetkili yere gönderilemez. Gönderilmesi halinde ödeme emrinin iptali gerekir.
Borçlunun bu yöndeki isteminin kabulüne dair kararın ödeme emrinin iptaline şeklinde düzeltilerek onanması gerekirken, Dairemizce doğrudan onandığı anlaşılmakla, onama kararının kaldırılarak, karar düzeltme talebinin kabulü gerekmiştir. 
SONUÇ : Alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 07.12.2017 tarih, 2016/23854-2017/15231 K. sayılı onama ilâmının kaldırılmasına, ... İcra Hukuk Mahkemesi'nin 26.05.2016 tarih ve 2016/114 E.-2016/158 K. sayılı kararının hüküm bölümünün (1) nolu bendinde yer alan "...... 1. İcra Müdürlüğü'nün 2016/919 E. sayılı dosyasındaki takibin iptaline" cümlesindeki "takibin iptaline" kelimelerinin karar metninden silinerek yerine "...ödeme emrinin iptaline" kelimelerinin yazılmasına, kararın düzeltilmiş bu şekliyle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 26/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İstihkak davası- Geçerli bir haciz şartı- Satış talep edilmemesi-

İstihkak davalarında "geçerli bir haczin bulunmasının dava şartı" olduğu, hüküm kesinleşinceye kadar, yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerektiği- Haczolunan taşınır mal için, haciz tarihinden itibaren 6 ay içerisinde satış talep edilmemiş, bu nedenle de o mal üzerindeki haciz kalkmış olup; geçerli bir haczin bulunmadığından bahisle davanın reddedilmesinin gerektiği-


Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
Davacı üçüncü kişi, trafik kaydına haciz konulan 27... plaka sayılı aracı Noterde yapılan sözleşme ile satın aldığını, hacizden önce mülkiyetin kendisine geçtiğini belirterek, istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı alacaklı vekili, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, dava konusu aracın haciz tarihinden önce üçüncü kişiye satıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne haczin kaldırılmasına karar verilmiş; hüküm, davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, üçüncü kişinin İİK’nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.
İstihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerekir.
Gaziantep 9. İcra Müdürlüğünün 2012/9353 ve Gaziantep 5. İcra Müdürlüğünün 2012/8552 Esas sayılı dosyaları üzerinden dava konusu hacizlerin konulduğu 15.03.2013 ve 08.01.2014 tarihleri itibariyle yürürlükte bulunan İİK’nin 106.-110. maddelerine göre, alacaklı haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay içinde satılmasını isteyebilir. Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Buna göre, araç üzerindeki 15.03.2013 ve 08.01.2014 tarihli hacizlerin dava tarihi olan 16.12.2014 tarihi itibariyle düştüğü göz önüne alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün İİK'nin 366 ve 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK'nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 08.05.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
8. HD. 08.05.2019 T. E: 1857, K: 4782
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:14
  • DuraN
İstihkak davalarında "geçerli bir haczin bulunmasının dava şartı" olduğu, hüküm kesinleşinceye kadar, yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerektiği- Haczolunan taşınır mal için, haciz tarihinden itibaren 6 ay içerisinde satış talep edilmemiş, bu nedenle de o mal üzerindeki haciz kalkmış olup; geçerli bir haczin bulunmadığından bahisle davanın reddedilmesinin gerektiği-


Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
Davacı üçüncü kişi, trafik kaydına haciz konulan 27... plaka sayılı aracı Noterde yapılan sözleşme ile satın aldığını, hacizden önce mülkiyetin kendisine geçtiğini belirterek, istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı alacaklı vekili, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, dava konusu aracın haciz tarihinden önce üçüncü kişiye satıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne haczin kaldırılmasına karar verilmiş; hüküm, davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, üçüncü kişinin İİK’nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.
İstihkak davalarında geçerli bir haczin bulunması dava şartı olup, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilmesi gerekir.
Gaziantep 9. İcra Müdürlüğünün 2012/9353 ve Gaziantep 5. İcra Müdürlüğünün 2012/8552 Esas sayılı dosyaları üzerinden dava konusu hacizlerin konulduğu 15.03.2013 ve 08.01.2014 tarihleri itibariyle yürürlükte bulunan İİK’nin 106.-110. maddelerine göre, alacaklı haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay içinde satılmasını isteyebilir. Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Buna göre, araç üzerindeki 15.03.2013 ve 08.01.2014 tarihli hacizlerin dava tarihi olan 16.12.2014 tarihi itibariyle düştüğü göz önüne alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün İİK'nin 366 ve 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK'nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 08.05.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
8. HD. 08.05.2019 T. E: 1857, K: 4782

İhaleye Fesat Karıştırma - İhalenin Feshi Süresi

T.C.
YARGITAY 12.HUKUK DAİRESİ
Esas :2010/28845
Karar:2011/9904
Tarih:18.05.2011
-YARGITAY İLAMI-
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
İİK.nun 134/2 maddesi gereğince ihalenin feshini isteyebilecek kişiler ihale tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açmak zorundadırlar. Anılan maddenin 7. fıkrasında ise satış ilanın tebliğ edilmemesi veya satılan malın esaslı vasıflarında hata veya ihalede fesada bilahare vakıf olunması halinde şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Ancak bu müddet ihaleden itibaren bir (1) seneyi geçemez hükmünü getirmiştir.
Somut olay da; şikayetçi borçlunun takip dosyasındaki tebligatların usulüne uygun tebliğ edilmediğini ve ihaleye fesat karıştırıldığını ileri sürerek ihalenin feshini istemiştir.
Mahkemece, duruşma açılarak işin esası incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken dosya üzerinden yapılan inceleme ile istemin süreden reddi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 18.05.2011 gününde oybirliğiyle karar verild
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:08
  • DuraN
T.C.
YARGITAY 12.HUKUK DAİRESİ
Esas :2010/28845
Karar:2011/9904
Tarih:18.05.2011
-YARGITAY İLAMI-
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
İİK.nun 134/2 maddesi gereğince ihalenin feshini isteyebilecek kişiler ihale tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açmak zorundadırlar. Anılan maddenin 7. fıkrasında ise satış ilanın tebliğ edilmemesi veya satılan malın esaslı vasıflarında hata veya ihalede fesada bilahare vakıf olunması halinde şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Ancak bu müddet ihaleden itibaren bir (1) seneyi geçemez hükmünü getirmiştir.
Somut olay da; şikayetçi borçlunun takip dosyasındaki tebligatların usulüne uygun tebliğ edilmediğini ve ihaleye fesat karıştırıldığını ileri sürerek ihalenin feshini istemiştir.
Mahkemece, duruşma açılarak işin esası incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken dosya üzerinden yapılan inceleme ile istemin süreden reddi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 18.05.2011 gününde oybirliğiyle karar verild

Kredi Borcunda İpotek Veren 3.Kişinin Sorumluluğu

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ


E. 2002/5063
K. 2002/6226
T. 26.3.2002
 
• KREDİ BORCUNDA İPOTEK VEREN ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN SORUMLULUĞU ( Asıl Borçlu Takip Edilmişse İpotek Verene Karşı Sonradan Takip Yapılabileceği )

• İCRA TAKİPLERİNİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Kredi Borcunda İpotek Veren Üçüncü Kişiye Karşı Başlatılacak Takiple Asıl Borçluya Karşı Yapılmış Olan Takip )

• İPOTEK VEREN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE KARŞI TAKİP YAPILMASI VE TAKİPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Asıl Borçluya Karşı Önceden Takip Yapılmış Olması )

• TAKİPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Kredi Borcunda İpotek Veren Üçüncü Kişiye Karşı Başlatılacak Takiple Asıl Borçluya Karşı Yapılmış Olan Takip )

2004/m.149
4721/m.887
743/m.802

            ÖZET : İİK.nun 149. maddesi gereğince kredi borçlusu ile birlikte, taşınmaz üçüncü kişi tarafından rehnedilmiş ise bunlara icra emri gönderilir. Asıl borçlu hakkında takip yapıldığı için ipotek verenin sonradan takip edilerek bu iki takibin birleştirilmesi mümkündür. 
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : 
            KARAR : İİK.nun 149. maddesi gereğince kredi borçlusu ile birlikte taşınmaz üçüncü kişi tarafından rehnedilmiş ise bunlara icra emri gönderilir. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, asıl borçlu hakkında takip yapıldığı için ipotek verenin sonradan takip edilerek bu iki takibin birleştirilmesi mümkündür. Mercice alacaklıya Medeni Kanunun 802. maddesi uyarınca ipotek borçlusuna ihtarname tebliğ ettirilmesi ve borç muaccel hale geldikten sonra adı geçen hakkında yeniden takip yapması, daha sonra da bu dosya ile birleştirilmesi konusunda mehil verilmesi bu işlemlerin yerine getirilmemesi halinde takibin tümüyle iptali gereklidir. Takipten önceki ödemelerle ilgili itiraz süreye tabi ve borçlunun sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Yukarıda açıklanan ve süreye tabi olmayan şikayetin bu kurallar dairesinde kabulüne ve takibin limitle sınırlı olarak devamına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. 
         SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 26.3.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi. 
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:07
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ


E. 2002/5063
K. 2002/6226
T. 26.3.2002
 
• KREDİ BORCUNDA İPOTEK VEREN ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN SORUMLULUĞU ( Asıl Borçlu Takip Edilmişse İpotek Verene Karşı Sonradan Takip Yapılabileceği )

• İCRA TAKİPLERİNİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Kredi Borcunda İpotek Veren Üçüncü Kişiye Karşı Başlatılacak Takiple Asıl Borçluya Karşı Yapılmış Olan Takip )

• İPOTEK VEREN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE KARŞI TAKİP YAPILMASI VE TAKİPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Asıl Borçluya Karşı Önceden Takip Yapılmış Olması )

• TAKİPLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Kredi Borcunda İpotek Veren Üçüncü Kişiye Karşı Başlatılacak Takiple Asıl Borçluya Karşı Yapılmış Olan Takip )

2004/m.149
4721/m.887
743/m.802

            ÖZET : İİK.nun 149. maddesi gereğince kredi borçlusu ile birlikte, taşınmaz üçüncü kişi tarafından rehnedilmiş ise bunlara icra emri gönderilir. Asıl borçlu hakkında takip yapıldığı için ipotek verenin sonradan takip edilerek bu iki takibin birleştirilmesi mümkündür. 
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : 
            KARAR : İİK.nun 149. maddesi gereğince kredi borçlusu ile birlikte taşınmaz üçüncü kişi tarafından rehnedilmiş ise bunlara icra emri gönderilir. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, asıl borçlu hakkında takip yapıldığı için ipotek verenin sonradan takip edilerek bu iki takibin birleştirilmesi mümkündür. Mercice alacaklıya Medeni Kanunun 802. maddesi uyarınca ipotek borçlusuna ihtarname tebliğ ettirilmesi ve borç muaccel hale geldikten sonra adı geçen hakkında yeniden takip yapması, daha sonra da bu dosya ile birleştirilmesi konusunda mehil verilmesi bu işlemlerin yerine getirilmemesi halinde takibin tümüyle iptali gereklidir. Takipten önceki ödemelerle ilgili itiraz süreye tabi ve borçlunun sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Yukarıda açıklanan ve süreye tabi olmayan şikayetin bu kurallar dairesinde kabulüne ve takibin limitle sınırlı olarak devamına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. 
         SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 26.3.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

Satış İlanının Borçluya Usulsüz Tebliği

12. Hukuk Dairesi         2015/8686 E.  ,  2015/10934 K.
  • İHALENİN FESHİ


  • SATIŞ İLANININ BORÇLUYA USULSÜZ TEBLİĞİ
  • İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 127


  • TEBLİGAT KANUNU (7201) Madde 16


  • TEBLİGAT KANUNU (7201) Madde 32
"İçtihat Metni"
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçi vekili, kıymet takdiri raporu ve satış ilanının müvekkiline tebliğ edilmediği ve usulsüz tebliğ edildiğini, satış ilanı tebligatı yapılan E.. İ..’yi tanımadığını, bu şahıs ile akrabalık ve yakınlığının bulunmadığını, adı geçenin tebligatın yapıldığı site yakınlarında oturan bir kimse olduğunu ileri sürerek ihalenin feshine karar verilmesi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu; mahkemece, esas icra dosyasında icra emri ve kıymet takdiri raporunun da şikayetçinin aynı adresinde soyadı “İnali” olan şahıslara yapıldığını ve bu tebligatlarla ilgili şikayetçinin herhangi bir usulsüzlük iddiasında bulunmadığını, adresin mernis adresi olup feshi gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçe gösterilerek şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. 
7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 16.maddesi ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 25. maddesine göre; "kendisine tebligat yapılacak şahıs, adresinde bulunmazsa tebliğ, aynı konutta oturan kimselere veya hizmetçilerden birine yapılır." 4829 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle Tebligat Kanunu'nun 16. maddesinde yer alan "birlikte oturan ailesi efradı" ibaresi "aynı konutta oturan kişiler" şeklinde değiştirildiğinden, muhatap adına kendilerine tebligat yapılacak aynı konutta oturan kişiler, aile fertleri, yakın ve uzak akrabalar veya hizmetçilerden biri olabileceği gibi bu kimseler dışında kalan ancak muhatapla birlikte oturan diğer kimseler de olabileceklerdir. Muhatapla birlikte oturma şartının gerçekleşmiş sayılabilmesi için muhatapla aynı çatı altında oturmak yetmeyip, aynı daireyi paylaşmış olmak gerekir.
Tebligat Kanunu ve Tebligat Yönetmeliği, tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi halinde bunun tahkik şeklini ve yöntemini göstermemiştir. Mahkemece, her somut olayın özelliği, cereyan şekli, gerçekleşen maddi olgular en ufak ayrıntılarına kadar gözönünde bulundurup iddia tahkik edilmelidir. H.G.K.nun 7.4.1982 tarih ve 1377-337 sayılı kararında da benimsendiği üzere, tebligat parçasında yazılı olan hususun aksi her türlü delille ispatlanabilir.
Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 32.maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği'nin 53.maddesinde düzenlenmiş; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Şikayetçinin bildirdiği öğrenme tarihi esas olup bu tarihin aksi karşı tarafça ancak yazılı belge ile ispatlanabilir. Hukuk Genel Kurulunun 12.02.1969 tarih ve 1967/172-107 sayılı kararında da benimsendiği üzere beyan edilen öğrenme tarihinin aksi tanık beyanıyla ispat edilemez.
Somut olayda, icra dosyası kapsamından taşınmaz maliki olan ipotek borçlusu H.. G..’e yapılan tebligatların tamamının mernis adresi olan, “C.. Mah. Ç..Y..Yolu Cad. No:... İç Kapı No... Koru Merkez Çınarcık/Yalova" adresine yapıldığı anlaşılmaktadır. Aynı adrese gönderilen satış ilanı tebligat evrakının incelenmesinde; “Muhatabın çarşıda olduğunu beyan eden birlikte sürekli ikamet eden tebliğe ehil yeğeni E.. İ.. imzasına tebliğ edildi” şerhi verilerek TK’nun 16. maddesine göre tebliğ edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Şikayetçi, tebligat yapılan E.. İ..’yi tanımadığını, site yakınlarında oturduğunu beyan etmekte olup bu beyanın, tebligat mazbatasında geçen ve Ersin’in “yeğeni” olduğu ve birlikte ikamet ettiklerine yönelik tespitin gerçeğe uygun olmadığı iddiasını da içerdiğinin kabulü gerekir. İcra dosyasında icra emri ve kıymet takdiri raporunun da şikayetçinin aynı adresinde soyadı “İ...” olan şahıslara yapılması ve bu tebligatlarla ilgili şikayetçinin herhangi bir usulsüzlük iddiasında bulunmaması borçlunun satış ilanı tebligatının usulsüzlüğünü de ileri süremeyeceği anlamında yorumlanamaz. Kaldı ki, borçlu kıymet takdiri raporunun da kendine tebliğ edilmediğini öne sürdüğü gibi evvelce mahkemece yapıldığı kabul edilen tebligatların hiçbirisi satış ilanı tebligatı yapılan “E.. İ..” ye yapılmamıştır.
İİK'nun 127. maddesi gereğince taşınmaz satışlarında, satış ilanının bir örneği borçluya tebliğ edilmelidir. Borçluya satış ilanının tebliğ edilmemiş olması veya usulsüz tebliğ edilmesi Dairemizin süreklilik arzeden içtihatlarına göre başlı başına ihalenin feshi sebebidir.
O halde mahkemece; şikayetçi, tebligat mazbatasında belirtilen maddi olguların aksini iddia ettiğine göre, HGK kararı uyarınca borçlunun ileri sürdüğü hususlarla ilgili deliller toplanarak ispatlamasına imkan tanınmalı, satış ilanı tebligatı yapılan tarih itibarı ile tebligat yapılan adreste E.. İ..ile birlikte oturup oturmadıkları, aynı daireyi paylaşıp paylaşmadıkları araştırılmalı ve varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:06
  • DuraN
12. Hukuk Dairesi         2015/8686 E.  ,  2015/10934 K.
  • İHALENİN FESHİ


  • SATIŞ İLANININ BORÇLUYA USULSÜZ TEBLİĞİ
  • İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 127


  • TEBLİGAT KANUNU (7201) Madde 16


  • TEBLİGAT KANUNU (7201) Madde 32
"İçtihat Metni"
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçi vekili, kıymet takdiri raporu ve satış ilanının müvekkiline tebliğ edilmediği ve usulsüz tebliğ edildiğini, satış ilanı tebligatı yapılan E.. İ..’yi tanımadığını, bu şahıs ile akrabalık ve yakınlığının bulunmadığını, adı geçenin tebligatın yapıldığı site yakınlarında oturan bir kimse olduğunu ileri sürerek ihalenin feshine karar verilmesi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu; mahkemece, esas icra dosyasında icra emri ve kıymet takdiri raporunun da şikayetçinin aynı adresinde soyadı “İnali” olan şahıslara yapıldığını ve bu tebligatlarla ilgili şikayetçinin herhangi bir usulsüzlük iddiasında bulunmadığını, adresin mernis adresi olup feshi gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçe gösterilerek şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. 
7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 16.maddesi ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 25. maddesine göre; "kendisine tebligat yapılacak şahıs, adresinde bulunmazsa tebliğ, aynı konutta oturan kimselere veya hizmetçilerden birine yapılır." 4829 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle Tebligat Kanunu'nun 16. maddesinde yer alan "birlikte oturan ailesi efradı" ibaresi "aynı konutta oturan kişiler" şeklinde değiştirildiğinden, muhatap adına kendilerine tebligat yapılacak aynı konutta oturan kişiler, aile fertleri, yakın ve uzak akrabalar veya hizmetçilerden biri olabileceği gibi bu kimseler dışında kalan ancak muhatapla birlikte oturan diğer kimseler de olabileceklerdir. Muhatapla birlikte oturma şartının gerçekleşmiş sayılabilmesi için muhatapla aynı çatı altında oturmak yetmeyip, aynı daireyi paylaşmış olmak gerekir.
Tebligat Kanunu ve Tebligat Yönetmeliği, tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi halinde bunun tahkik şeklini ve yöntemini göstermemiştir. Mahkemece, her somut olayın özelliği, cereyan şekli, gerçekleşen maddi olgular en ufak ayrıntılarına kadar gözönünde bulundurup iddia tahkik edilmelidir. H.G.K.nun 7.4.1982 tarih ve 1377-337 sayılı kararında da benimsendiği üzere, tebligat parçasında yazılı olan hususun aksi her türlü delille ispatlanabilir.
Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 32.maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği'nin 53.maddesinde düzenlenmiş; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Şikayetçinin bildirdiği öğrenme tarihi esas olup bu tarihin aksi karşı tarafça ancak yazılı belge ile ispatlanabilir. Hukuk Genel Kurulunun 12.02.1969 tarih ve 1967/172-107 sayılı kararında da benimsendiği üzere beyan edilen öğrenme tarihinin aksi tanık beyanıyla ispat edilemez.
Somut olayda, icra dosyası kapsamından taşınmaz maliki olan ipotek borçlusu H.. G..’e yapılan tebligatların tamamının mernis adresi olan, “C.. Mah. Ç..Y..Yolu Cad. No:... İç Kapı No... Koru Merkez Çınarcık/Yalova" adresine yapıldığı anlaşılmaktadır. Aynı adrese gönderilen satış ilanı tebligat evrakının incelenmesinde; “Muhatabın çarşıda olduğunu beyan eden birlikte sürekli ikamet eden tebliğe ehil yeğeni E.. İ.. imzasına tebliğ edildi” şerhi verilerek TK’nun 16. maddesine göre tebliğ edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Şikayetçi, tebligat yapılan E.. İ..’yi tanımadığını, site yakınlarında oturduğunu beyan etmekte olup bu beyanın, tebligat mazbatasında geçen ve Ersin’in “yeğeni” olduğu ve birlikte ikamet ettiklerine yönelik tespitin gerçeğe uygun olmadığı iddiasını da içerdiğinin kabulü gerekir. İcra dosyasında icra emri ve kıymet takdiri raporunun da şikayetçinin aynı adresinde soyadı “İ...” olan şahıslara yapılması ve bu tebligatlarla ilgili şikayetçinin herhangi bir usulsüzlük iddiasında bulunmaması borçlunun satış ilanı tebligatının usulsüzlüğünü de ileri süremeyeceği anlamında yorumlanamaz. Kaldı ki, borçlu kıymet takdiri raporunun da kendine tebliğ edilmediğini öne sürdüğü gibi evvelce mahkemece yapıldığı kabul edilen tebligatların hiçbirisi satış ilanı tebligatı yapılan “E.. İ..” ye yapılmamıştır.
İİK'nun 127. maddesi gereğince taşınmaz satışlarında, satış ilanının bir örneği borçluya tebliğ edilmelidir. Borçluya satış ilanının tebliğ edilmemiş olması veya usulsüz tebliğ edilmesi Dairemizin süreklilik arzeden içtihatlarına göre başlı başına ihalenin feshi sebebidir.
O halde mahkemece; şikayetçi, tebligat mazbatasında belirtilen maddi olguların aksini iddia ettiğine göre, HGK kararı uyarınca borçlunun ileri sürdüğü hususlarla ilgili deliller toplanarak ispatlamasına imkan tanınmalı, satış ilanı tebligatı yapılan tarih itibarı ile tebligat yapılan adreste E.. İ..ile birlikte oturup oturmadıkları, aynı daireyi paylaşıp paylaşmadıkları araştırılmalı ve varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Usulsüz Tebligatta Taraf Ehliyeti

4. Hukuk Dairesi 2015/8621 E. , 2015/9738 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/02/2015
NUMARASI : 2013/321-2015/131
Davacı A.. O.. vekili Avukat ...tarafından, davalı ...... aleyhine 18/07/2013 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; husumet nedeniyle davanın reddine dair verilen 19/02/2015 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız haciz nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece husumet yokluğu nedeniyle dava reddedilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı tarafından başlatılan icra takibinde cezaevinde olduğu bilindiği halde mernis adresine tebligat yaptırılarak takibin kesinleştirildiğini, aracının haczedildiğini belirterek haksız haciz nedeniyle uğradığı zararının tazminini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacının icra memurunun usulsüz işlemine dayandığı ve fakat zararın tazminini icra dosyası alacaklı vekilinden talep ettiği gerekçesiyle davalının taraf sıfatı bulunmadığından dava reddedilmiştir.
Dosya içeriğinden, Denizli 8. İcra Müdürlüğü'nün 2012/4385 Esas sayılı dosyası kapsamında davacının takip borçlusu, davalının takip alacaklısı olduğu, kesinleşen icra takibi nedeniyle davacıya ait aracın haczedildiği; Denizli 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/696 Esas 2012/684 karar sayılı ilamıyla, ödeme emrinin mernis adresine tebliğ edildiği ve fakat davacının bu dönemde cezaevinde tutuklu bulunduğu gerekçesiyle ödeme emri tebliğ tarihinin davacının beyan tarihi olarak düzeltilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Davacının iddiası, davalının haksız eyleminden dolayı zarara uğradığı yönündedir. Bu nedenle davalıya husumet düşmektedir. Mahkemece açıklanan yön gözetilerek işin esası incelenip olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın husumet yönünden reddedilmiş olması doğru görülmemiş, kararın bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre vekâlet ücretine yönelik diğer temyiz itirazının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/09/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:04
  • DuraN
4. Hukuk Dairesi 2015/8621 E. , 2015/9738 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/02/2015
NUMARASI : 2013/321-2015/131
Davacı A.. O.. vekili Avukat ...tarafından, davalı ...... aleyhine 18/07/2013 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; husumet nedeniyle davanın reddine dair verilen 19/02/2015 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız haciz nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece husumet yokluğu nedeniyle dava reddedilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı tarafından başlatılan icra takibinde cezaevinde olduğu bilindiği halde mernis adresine tebligat yaptırılarak takibin kesinleştirildiğini, aracının haczedildiğini belirterek haksız haciz nedeniyle uğradığı zararının tazminini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacının icra memurunun usulsüz işlemine dayandığı ve fakat zararın tazminini icra dosyası alacaklı vekilinden talep ettiği gerekçesiyle davalının taraf sıfatı bulunmadığından dava reddedilmiştir.
Dosya içeriğinden, Denizli 8. İcra Müdürlüğü'nün 2012/4385 Esas sayılı dosyası kapsamında davacının takip borçlusu, davalının takip alacaklısı olduğu, kesinleşen icra takibi nedeniyle davacıya ait aracın haczedildiği; Denizli 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/696 Esas 2012/684 karar sayılı ilamıyla, ödeme emrinin mernis adresine tebliğ edildiği ve fakat davacının bu dönemde cezaevinde tutuklu bulunduğu gerekçesiyle ödeme emri tebliğ tarihinin davacının beyan tarihi olarak düzeltilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Davacının iddiası, davalının haksız eyleminden dolayı zarara uğradığı yönündedir. Bu nedenle davalıya husumet düşmektedir. Mahkemece açıklanan yön gözetilerek işin esası incelenip olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın husumet yönünden reddedilmiş olması doğru görülmemiş, kararın bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre vekâlet ücretine yönelik diğer temyiz itirazının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/09/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yabancılar Yönünden İİK'nın 21/2. Md. Gereğince TK'nın 35. Md.ne Göre Tebliğ

T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                        

ESAS NO   : 2014/21487 
KARAR NO: 2014/25423   


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 10.04.2014 tarih ve 2014/7611-10560 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi M.D. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu tarafından, icra emri, kıymet takdir raporu ve satış ilanının usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinden ihalenin feshine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece,  24/06/2013 tarihinde yapılan ihalenin, ihale yapılma koşullarına aykırı olması, Tebligat kanunun 25 ve devamı maddelerindeki hususlara aykırı olması ve sağlıklı ihale yapılmadığından  ihalenin feshine karar verilmiştir.

İİK’nun 21/2. maddesinde; “İlamda ve 38. maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu, keyfiyeti birbirlerine noter vasıtası ile bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste  bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi uygulanır” yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre; borçlunun adrese dayalı kayıt sisteminde kayıtlı adresinin bulunmaması halinde ipotek akit tablosunda yazılı adresine daha önce usulüne uygun tebligat yapılmamış olsa bile bu adrese Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılabilir.

Takip dayanağı ipotek resmi senedinde borçlu adresinin; “Tosmur  Kas Cami Caddesi Cebeci Kozan apt. NO:24/1 Alanya ” olarak yazılı olduğu, ve bu adrese çıkartılan icra emrinin ve kıymet takdir raporunun iade dönmesi üzerine Tebligat Kanunun 35. maddesine göre 18.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, satış ilanının da aynı adrese TK.'nun 35. maddesine göre 03.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği belirlenmiştir.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanır. Davacı borçlunun ise yabancı uyruklu olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümler uygulanamaz.

Bu durumda borçlunun ipotek akit tablosunda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasında yasaya aykırılık yoktur.

O halde mahkemece, yukarıda yazılı gerekçeyle ihalenin feshi sebebi olacak başka bir usulsüzlük de bulunmamakla talebin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü isabetsiz olup hükmün bu nedenle bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ: Alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 10.04.2014 tarih ve 2014/7611-10560 K. sayılı onama ilamının kaldırılmasına, Alanya 1. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 24.12.2013 tarih ve 2013/363-796 sayılı kararının  yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA),  30/10/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanacağı, yabancı uyruklu kişiler hakkında adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı- Yabancı uyruklu borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasında (icra emri gönderilmesinde) yasaya aykırılık bulunmadığı-
Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ummahan Yıldız tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı vekilinin, borçlunun ilamda belirtilen adresine ve bilinen adreslerine çıkarılan icra emrinin iade olması sonucunda TK'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasını talep ettiği, icra müdürlüğünün talebi 03.12.2014 tarihinde reddettiği, alacaklı vekilinin icra mahkemesine şikayette bulunması üzerine mahkemece; şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

İİK’nun 21/2. maddesinde; “İlamda ve 38. maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu, keyfiyeti birbirlerine noter vasıtası ile bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi uygulanır” yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre; borçlunun adrese dayalı kayıt sisteminde kayıtlı adresinin bulunmaması halinde ilamda ve ipotek akit tablosunda yazılı adresine daha önce usulüne uygun tebligat yapılmamış olsa bile bu adrese Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılabilir.

Takip dayanağı ilamda borçlu adresinin; “G... K... Er... M.. H... Kamelya Evleri No:... Y... Bodrum/Muğla ” olarak yazılı olduğu, ve bu adrese çıkartılan icra emri tebligatının 07.02.2015 de iade dönmesi üzerine, alacaklı vekilince bildirilen başka bir adrese çıkarılan tebligatın da muhatabın yutdışında olduğundan bahisle iade döndüğü, 07.03.2014 tarihli kolluk araştırmasında villada yabancı uyruklu kişilerin ikamet ettiği, adresten taşındıkları isimlerinin ve yeni adreslerinin bilinmediği, adreste ikamet edenin olmadığı bildirilmesi üzerine, alacaklı vekilinin ilamda belirtilen borçlu adresine TK'nun 35.maddesine göre icra emrinin gönderilmesini talep ettiği, 03.12.2014 tarihinde icra müdürlüğünce dosyada borçluya yapılmış bir tebligat olmadığı anlaşıldığından talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanır. Davacı borçlunun ise yabancı uyruklu olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümler uygulanamaz.

Bu durumda borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasında yasaya aykırılık yoktur.

O halde mahkemece, yukarıda yazılı gerekçeyle icra müdürlüğünün borçlunun ilamda belirtilen adresine TK'nun 35.maddesine göre tebligat yapılması talebine ilişkin red kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 04.07.2018 T. E: 3071, K: 7283
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:03
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                        

ESAS NO   : 2014/21487 
KARAR NO: 2014/25423   


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 10.04.2014 tarih ve 2014/7611-10560 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi M.D. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu tarafından, icra emri, kıymet takdir raporu ve satış ilanının usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinden ihalenin feshine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece,  24/06/2013 tarihinde yapılan ihalenin, ihale yapılma koşullarına aykırı olması, Tebligat kanunun 25 ve devamı maddelerindeki hususlara aykırı olması ve sağlıklı ihale yapılmadığından  ihalenin feshine karar verilmiştir.

İİK’nun 21/2. maddesinde; “İlamda ve 38. maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu, keyfiyeti birbirlerine noter vasıtası ile bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste  bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi uygulanır” yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre; borçlunun adrese dayalı kayıt sisteminde kayıtlı adresinin bulunmaması halinde ipotek akit tablosunda yazılı adresine daha önce usulüne uygun tebligat yapılmamış olsa bile bu adrese Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılabilir.

Takip dayanağı ipotek resmi senedinde borçlu adresinin; “Tosmur  Kas Cami Caddesi Cebeci Kozan apt. NO:24/1 Alanya ” olarak yazılı olduğu, ve bu adrese çıkartılan icra emrinin ve kıymet takdir raporunun iade dönmesi üzerine Tebligat Kanunun 35. maddesine göre 18.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, satış ilanının da aynı adrese TK.'nun 35. maddesine göre 03.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği belirlenmiştir.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanır. Davacı borçlunun ise yabancı uyruklu olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümler uygulanamaz.

Bu durumda borçlunun ipotek akit tablosunda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasında yasaya aykırılık yoktur.

O halde mahkemece, yukarıda yazılı gerekçeyle ihalenin feshi sebebi olacak başka bir usulsüzlük de bulunmamakla talebin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü isabetsiz olup hükmün bu nedenle bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ: Alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 10.04.2014 tarih ve 2014/7611-10560 K. sayılı onama ilamının kaldırılmasına, Alanya 1. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 24.12.2013 tarih ve 2013/363-796 sayılı kararının  yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA),  30/10/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanacağı, yabancı uyruklu kişiler hakkında adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı- Yabancı uyruklu borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasında (icra emri gönderilmesinde) yasaya aykırılık bulunmadığı-
Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ummahan Yıldız tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı vekilinin, borçlunun ilamda belirtilen adresine ve bilinen adreslerine çıkarılan icra emrinin iade olması sonucunda TK'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasını talep ettiği, icra müdürlüğünün talebi 03.12.2014 tarihinde reddettiği, alacaklı vekilinin icra mahkemesine şikayette bulunması üzerine mahkemece; şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

İİK’nun 21/2. maddesinde; “İlamda ve 38. maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu, keyfiyeti birbirlerine noter vasıtası ile bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi uygulanır” yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre; borçlunun adrese dayalı kayıt sisteminde kayıtlı adresinin bulunmaması halinde ilamda ve ipotek akit tablosunda yazılı adresine daha önce usulüne uygun tebligat yapılmamış olsa bile bu adrese Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılabilir.

Takip dayanağı ilamda borçlu adresinin; “G... K... Er... M.. H... Kamelya Evleri No:... Y... Bodrum/Muğla ” olarak yazılı olduğu, ve bu adrese çıkartılan icra emri tebligatının 07.02.2015 de iade dönmesi üzerine, alacaklı vekilince bildirilen başka bir adrese çıkarılan tebligatın da muhatabın yutdışında olduğundan bahisle iade döndüğü, 07.03.2014 tarihli kolluk araştırmasında villada yabancı uyruklu kişilerin ikamet ettiği, adresten taşındıkları isimlerinin ve yeni adreslerinin bilinmediği, adreste ikamet edenin olmadığı bildirilmesi üzerine, alacaklı vekilinin ilamda belirtilen borçlu adresine TK'nun 35.maddesine göre icra emrinin gönderilmesini talep ettiği, 03.12.2014 tarihinde icra müdürlüğünce dosyada borçluya yapılmış bir tebligat olmadığı anlaşıldığından talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hakkında uygulanır. Davacı borçlunun ise yabancı uyruklu olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle adrese dayalı kayıt sistemine ilişkin hükümler uygulanamaz.

Bu durumda borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasında yasaya aykırılık yoktur.

O halde mahkemece, yukarıda yazılı gerekçeyle icra müdürlüğünün borçlunun ilamda belirtilen adresine TK'nun 35.maddesine göre tebligat yapılması talebine ilişkin red kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 04.07.2018 T. E: 3071, K: 7283

Usulsüz Tebligat- Tebliğ Memurunun Beyanının Alınması- Bilgisine Başvurulan Kişinin K

Talimat üzerine alınan tebliğ memuru beyanında, bilgisine başvurulan kişinin muhatap ile ilgili olarak "işe veya şehir dışına gitmiş olabilirler" demesi üzerine, tebliğ şerhinin "muhatabın geçici olarak işe gittiği" yazılarak düzenlediğinin anlaşıldığı- Bilgisine başvurulan kişinin şehirdışına gitmiş olabileceğine ilişkin olarak verdiği kesin olmayan beyanı doğrultusunda yapılan tebligat, borçlunun adresinden geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığı, tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği ve dönecekse ne zaman döneceği hususları kesin olarak saptanmaksızın yapıldığından, tebligatın usulsüz olduğu- Usulsüz tebligat şikayetinin kabulü ile tebliğ tarihinin, öğrenme tarihine göre düzeltilmesi ve borçlunun ileri sürdüğü diğer şikayet ve itirazlarının incelenmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Güler Yağcı tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan ilamsız icra takibinde, borçlunun ödeme emri tebliğinin usulsüzlüğü şikayetinin yanısıra sair itiraz ve şikayetlerde bulunarak icra mahkemesine başvurduğu, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulü ile tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine ilişkin mahkeme kararının, Dairemizin 2015/20497 Esas, 2015/30576 Karar, 07/12/2015 tarihli kararıyla bozulması üzerine, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verildiği görülmüştür.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina” başlıklı 21/1. maddesinde; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmü yer almaktadır.
Madde metni, iki hali birlikte düzenlemiştir. Bunlardan ilki “adreste bulunmama”, diğeri ise “tebellüğden imtina”dır. Muhatabın adreste bulunmaması halinde tebliğ memurunun ne şekilde davranması gerektiğini düzenleyen Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 30. maddesinin birinci fıkrasında; “Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir..” hükmüne yer verildiği, Tebligat Kanunu'nun ''Tebligat Mazbatası'' başlıklı 23.maddesinin 7.bendinde; ''21. maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığının, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılmasının" emredildiği, "Tebliğ mazbatasında bulunması gereken bilgiler ve tanzimi'' başlıklı Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesinin (f) bendinde ise; ''30. ve 31. maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığının, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılacağının" hüküm altına alındığı görülmüştür. Burada Yönetmeliğin 30. maddesi, tebliğ memuruna ilgilinin neden adreste bulunmadığını “tahkik etme” görevini yüklemiştir. Buna göre tebliğ memuru tahkik etmekle kalmayıp, tevsike yönelik olarak yaptığı tahkikatın sonucunu Tebligat Kanunu'nun 23/7. ve Tebligat Yönetmeliğinin 35/f maddeleri gereğince tebliğ evrakına yazacak ve maddede açıkça belirtildiği üzere ilgilisine imzalatacaktır. Ancak bu şekilde, yapılan işlemin usulüne uygun olup olmadığı, hakim tarafından denetlenebilir. Muhatabın, tebliğ adresinde ikamet etmekle birlikte, kısa ya da uzun süreli ve geçici olarak adreste bulunmadığının, tevziat saatlerinden sonra geleceğinin beyan ve bunun tevsik edilmesi halinde ancak, maddede sayılanlardan, örneğin muhtara imza karşılığı tebliğ edilip, 2 numaralı fişin kapıya yapıştırılması ve komşunun durumdan haberdar edilmesi işlemlerine geçilebilecektir. Tahkikatta muhatabın adresten kesin olarak ayrıldığının ya da öldüğünün veya tebligatın, tebliğ evrakında belirtilen tarihten önce yapılamayacağının anlaşılması halinde Tebligat Yönetmeliğinin 30. maddesinin 2., 3., 4. ve 5. fıkraları gereğince işlem yapılacaktır. Bu itibarla; Tebligat Yönetmeliğinin 30. maddesinde öngörülen şekilde ve maddede belirtilen kişilere sorularak imzaları da alınmak suretiyle, imzadan çekinmeleri halinde, bu husus da belirtilerek, Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesi gereğince muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi ve tevziat saatlerinden sonra geleceği “tevsik edilmeden”, Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine göre yapılan tebligat işlemi geçersizdir. Zira bu belgeleme işlemi, devamı işlemleri belirlemesi yanında muamelenin doğru olup olmadığına karar verilmesi yönünden yardımcı olacak ve tebliği isteyen makam ve hakimin denetimini sağlayacaktır. Tebligat Kanunu'nun 21/1. maddesine göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihi, maddenin son cümlesinde açıkça belirtildiği üzere, iki numaralı fişin, yani ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihtir. Tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesi, tebliğ memurunun yukarıda açıklanan araştırmayı mutlaka yapmasına ve belgelemesine bağlıdır.
Somut olayda, şikayete konu örnek 7 ödeme emri tebliğ işlemini yapan tebliğ memuru .....'nın Yenişehir İcra Hukuk Mahkemesine yazılan talimat üzerine alınan beyanında, bilgisine başvurulan S. G.'ın, muhatap ile ilgili olarak "E.M. işe veya şehir dışına gitmiş olabilirler" demesi üzerine, muhatabın geçici olarak işe gittiğini yazarak tebliğ şerhini düzenlediğini ifade ettiği görülmüştür. Bu durumda, tebliğ memurunun beyanından da anlaşılacağı üzere, her ne kadar mazbataya muhatabın geçici olarak işe gittiği yazılmış ise de, S.G.ın muhatabın adreste bulunmama nedeniyle ilgili olarak işe veya şehirdışına gitmiş olabileceğine ilişkin olarak verdiği kesin olmayan beyanı doğrultusunda yapılan tebligat, borçlunun adresinden geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığı, tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği ve dönecekse ne zaman döneceği hususları kesin olarak saptanmaksızın yapıldığından Tebligat Kanunu'nun 21/1 ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 30. maddelerine aykırı olup usulsüzdür.
O halde, mahkemece, usulsüz tebligat şikayetinin kabulü ile Tebligat Kanunu'nun 32. maddesi gereğince, tebliğ tarihinin, öğrenme tarihi olan 10/11/2014 tarihine göre düzeltilmesine ve borçlunun ileri sürdüğü diğer şikayet ve itirazlarının incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 03.07.2018 T. E: 2017/5565, K: 7137
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:02
  • DuraN
Talimat üzerine alınan tebliğ memuru beyanında, bilgisine başvurulan kişinin muhatap ile ilgili olarak "işe veya şehir dışına gitmiş olabilirler" demesi üzerine, tebliğ şerhinin "muhatabın geçici olarak işe gittiği" yazılarak düzenlediğinin anlaşıldığı- Bilgisine başvurulan kişinin şehirdışına gitmiş olabileceğine ilişkin olarak verdiği kesin olmayan beyanı doğrultusunda yapılan tebligat, borçlunun adresinden geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığı, tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği ve dönecekse ne zaman döneceği hususları kesin olarak saptanmaksızın yapıldığından, tebligatın usulsüz olduğu- Usulsüz tebligat şikayetinin kabulü ile tebliğ tarihinin, öğrenme tarihine göre düzeltilmesi ve borçlunun ileri sürdüğü diğer şikayet ve itirazlarının incelenmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Güler Yağcı tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan ilamsız icra takibinde, borçlunun ödeme emri tebliğinin usulsüzlüğü şikayetinin yanısıra sair itiraz ve şikayetlerde bulunarak icra mahkemesine başvurduğu, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulü ile tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine ilişkin mahkeme kararının, Dairemizin 2015/20497 Esas, 2015/30576 Karar, 07/12/2015 tarihli kararıyla bozulması üzerine, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verildiği görülmüştür.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina” başlıklı 21/1. maddesinde; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmü yer almaktadır.
Madde metni, iki hali birlikte düzenlemiştir. Bunlardan ilki “adreste bulunmama”, diğeri ise “tebellüğden imtina”dır. Muhatabın adreste bulunmaması halinde tebliğ memurunun ne şekilde davranması gerektiğini düzenleyen Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 30. maddesinin birinci fıkrasında; “Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir..” hükmüne yer verildiği, Tebligat Kanunu'nun ''Tebligat Mazbatası'' başlıklı 23.maddesinin 7.bendinde; ''21. maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığının, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılmasının" emredildiği, "Tebliğ mazbatasında bulunması gereken bilgiler ve tanzimi'' başlıklı Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesinin (f) bendinde ise; ''30. ve 31. maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığının, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılacağının" hüküm altına alındığı görülmüştür. Burada Yönetmeliğin 30. maddesi, tebliğ memuruna ilgilinin neden adreste bulunmadığını “tahkik etme” görevini yüklemiştir. Buna göre tebliğ memuru tahkik etmekle kalmayıp, tevsike yönelik olarak yaptığı tahkikatın sonucunu Tebligat Kanunu'nun 23/7. ve Tebligat Yönetmeliğinin 35/f maddeleri gereğince tebliğ evrakına yazacak ve maddede açıkça belirtildiği üzere ilgilisine imzalatacaktır. Ancak bu şekilde, yapılan işlemin usulüne uygun olup olmadığı, hakim tarafından denetlenebilir. Muhatabın, tebliğ adresinde ikamet etmekle birlikte, kısa ya da uzun süreli ve geçici olarak adreste bulunmadığının, tevziat saatlerinden sonra geleceğinin beyan ve bunun tevsik edilmesi halinde ancak, maddede sayılanlardan, örneğin muhtara imza karşılığı tebliğ edilip, 2 numaralı fişin kapıya yapıştırılması ve komşunun durumdan haberdar edilmesi işlemlerine geçilebilecektir. Tahkikatta muhatabın adresten kesin olarak ayrıldığının ya da öldüğünün veya tebligatın, tebliğ evrakında belirtilen tarihten önce yapılamayacağının anlaşılması halinde Tebligat Yönetmeliğinin 30. maddesinin 2., 3., 4. ve 5. fıkraları gereğince işlem yapılacaktır. Bu itibarla; Tebligat Yönetmeliğinin 30. maddesinde öngörülen şekilde ve maddede belirtilen kişilere sorularak imzaları da alınmak suretiyle, imzadan çekinmeleri halinde, bu husus da belirtilerek, Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesi gereğince muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi ve tevziat saatlerinden sonra geleceği “tevsik edilmeden”, Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine göre yapılan tebligat işlemi geçersizdir. Zira bu belgeleme işlemi, devamı işlemleri belirlemesi yanında muamelenin doğru olup olmadığına karar verilmesi yönünden yardımcı olacak ve tebliği isteyen makam ve hakimin denetimini sağlayacaktır. Tebligat Kanunu'nun 21/1. maddesine göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihi, maddenin son cümlesinde açıkça belirtildiği üzere, iki numaralı fişin, yani ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihtir. Tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesi, tebliğ memurunun yukarıda açıklanan araştırmayı mutlaka yapmasına ve belgelemesine bağlıdır.
Somut olayda, şikayete konu örnek 7 ödeme emri tebliğ işlemini yapan tebliğ memuru .....'nın Yenişehir İcra Hukuk Mahkemesine yazılan talimat üzerine alınan beyanında, bilgisine başvurulan S. G.'ın, muhatap ile ilgili olarak "E.M. işe veya şehir dışına gitmiş olabilirler" demesi üzerine, muhatabın geçici olarak işe gittiğini yazarak tebliğ şerhini düzenlediğini ifade ettiği görülmüştür. Bu durumda, tebliğ memurunun beyanından da anlaşılacağı üzere, her ne kadar mazbataya muhatabın geçici olarak işe gittiği yazılmış ise de, S.G.ın muhatabın adreste bulunmama nedeniyle ilgili olarak işe veya şehirdışına gitmiş olabileceğine ilişkin olarak verdiği kesin olmayan beyanı doğrultusunda yapılan tebligat, borçlunun adresinden geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığı, tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği ve dönecekse ne zaman döneceği hususları kesin olarak saptanmaksızın yapıldığından Tebligat Kanunu'nun 21/1 ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in 30. maddelerine aykırı olup usulsüzdür.
O halde, mahkemece, usulsüz tebligat şikayetinin kabulü ile Tebligat Kanunu'nun 32. maddesi gereğince, tebliğ tarihinin, öğrenme tarihi olan 10/11/2014 tarihine göre düzeltilmesine ve borçlunun ileri sürdüğü diğer şikayet ve itirazlarının incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 03.07.2018 T. E: 2017/5565, K: 7137

Borçlu Şirkete Yapılan Tebligatı Diğer Borçlu Şirket Yetkilisinin Teslim Alması-

Takip borçlusuna yapılan tebligatın, yetkilisi olduğu borçlu şirketin de takipten haberdar olduğu anlamına gelmeyeceği- Şirket adına çıkan tebligatı, bizzat şirket yetkilisi almış olsa da, aynı takibin borçluları olmaları nedeni ile husumet iddiasının ileri sürülebileceği- Ticaret siciline bildirilen adrese Teb. K. mad. 35 gereğince tebligat yapılabilmesi için söz konusu adrese öncelikle normal usullere göre tebligat çıkartılıp bilâ tebliğ dönmesi halinde 35. maddedeki tebliğ prosedürünün işletilmesi gerektiği Borçlunun usulsüz tebligata ilişkin şikayetinin kabulü ile, tebliğ tarihinin borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine ve icra dosyasına süresinde yapılan itiraz uyarınca takip kesinleşmeden konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nezihe Deniz Güner tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız takipte, borçlu şirket vekilinin icra mahkemesine başvurusunda, ödeme emrine ilişkin tebligatın usulsüz olduğunu ileri sürerek, tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olan 11.12.2013 olarak düzeltilmesini ve hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği; Dairemizin 10.02.2016 tarihli, 2015/28271 E.- 2016/3383 K. sayılı bozma ilamına uyulmasının ardından mahkemece, şirket müdürüne yapılan 05.11.2013 tarihli tebligat ile takip öğrenilmiş sayılacağı gerekçesi ile şikayetin süre aşımından reddine karar verildiği görülmektedir.
Tebligatın anlamı bildirimdir. Tebligatın yazılı bildirim ve belgelendirme olmak üzere iki ana unsuru vardır. Tebligat, savunma hakkı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.12.2009 tarih ve 2009/12-563 E. - 2009/600 K. sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere icra takibinin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırılabilmesi, ancak, tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile mümkündür. Zira, takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabilir.
Somut olayda, alacaklı tarafından başlatılan takipte, şikayetçi şirket ile birlikte şirket yetkilisi S. Ö. takip borçluları olup, her iki borçluya da örnek 7 nolu ödeme emri ayrı ayrı tebliğe çıkartılmıştır. Şikayetçi borçlu şirketin yetkilisi konumunda olan S. Ö.'e 05.11.2013 tarihinde yapılan tebliğ işleminin muhatabı, bizzat takip borçlusu olan S... olup, kendisine yapılan tebligat dolayısı ile borçlu şirketin de takipten haberdar olduğu sonucu çıkarılamaz. Kaldı ki, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 39. maddesinde; “Bu kanun hükümlerine göre kendilerine tebliğ yapılması caiz olan kimselerin o davada hasım olarak alakaları varsa muhatap namına kendilerine tebliğ yapılamaz” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, şirket adına çıkan tebligatı, bizzat şirket yetkilisi almış olsaydı dahi, aynı takibin borçluları olmaları nedeni ile husumet iddiası da ileri sürülebilecektir. Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi ve Tebligat Yönetmeliği'nin 57. maddesi gereğince ticaret siciline bildirilen adrese TK'nun 35. madde gereğince tebligat yapılabilmesi için söz konusu adrese öncelikle normal usullere göre tebligat çıkartılıp bilâ tebliğ dönmesi halinde 35. maddedeki tebliğ prosedürünün işletilmesi gerekir.
Somut olayda ise, borçlu şirketin “Y... mah. Ş... cad. No:35 Didim/Aydın” adresine gönderilen tebligatın 17.07.2013 tarihinde bila tebliğ dönmesi üzerine aynı adrese Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre 06.11.2013 tarihinde ödeme emrinin tebliğ edildiği, ancak dosya içerisinde mevcut ticaret sicili kayıtlarına göre tebligat yapılan adresin şirketin eski adresi olduğu, tebliğ tarihinde ticaret ünvanı ile birlikte şirket adresinin de değişmiş olduğu halde, şirketin ticaret sicilinde kayıtlı adresine tebligat çıkartılmadığı görülmektedir. Bu durumda şirkete yapılan ödeme emrine ilişkin tebligat usulsüzdür.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir. O halde mahkemece, borçlunun usulsüz tebligata ilişkin şikayetinin kabulü ile Tebligat Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca tebliğ tarihinin borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi olan 11.12.2013 tarihi olarak düzeltilmesine ve icra dosyasına 12.12.2013 günü süresinde yapılan itiraz uyarınca takip kesinleşmeden konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 08.06.2018 T. E: 2017/2864, K: 6097
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 22:01
  • DuraN
Takip borçlusuna yapılan tebligatın, yetkilisi olduğu borçlu şirketin de takipten haberdar olduğu anlamına gelmeyeceği- Şirket adına çıkan tebligatı, bizzat şirket yetkilisi almış olsa da, aynı takibin borçluları olmaları nedeni ile husumet iddiasının ileri sürülebileceği- Ticaret siciline bildirilen adrese Teb. K. mad. 35 gereğince tebligat yapılabilmesi için söz konusu adrese öncelikle normal usullere göre tebligat çıkartılıp bilâ tebliğ dönmesi halinde 35. maddedeki tebliğ prosedürünün işletilmesi gerektiği Borçlunun usulsüz tebligata ilişkin şikayetinin kabulü ile, tebliğ tarihinin borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine ve icra dosyasına süresinde yapılan itiraz uyarınca takip kesinleşmeden konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nezihe Deniz Güner tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız takipte, borçlu şirket vekilinin icra mahkemesine başvurusunda, ödeme emrine ilişkin tebligatın usulsüz olduğunu ileri sürerek, tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olan 11.12.2013 olarak düzeltilmesini ve hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği; Dairemizin 10.02.2016 tarihli, 2015/28271 E.- 2016/3383 K. sayılı bozma ilamına uyulmasının ardından mahkemece, şirket müdürüne yapılan 05.11.2013 tarihli tebligat ile takip öğrenilmiş sayılacağı gerekçesi ile şikayetin süre aşımından reddine karar verildiği görülmektedir.
Tebligatın anlamı bildirimdir. Tebligatın yazılı bildirim ve belgelendirme olmak üzere iki ana unsuru vardır. Tebligat, savunma hakkı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.12.2009 tarih ve 2009/12-563 E. - 2009/600 K. sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere icra takibinin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırılabilmesi, ancak, tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile mümkündür. Zira, takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabilir.
Somut olayda, alacaklı tarafından başlatılan takipte, şikayetçi şirket ile birlikte şirket yetkilisi S. Ö. takip borçluları olup, her iki borçluya da örnek 7 nolu ödeme emri ayrı ayrı tebliğe çıkartılmıştır. Şikayetçi borçlu şirketin yetkilisi konumunda olan S. Ö.'e 05.11.2013 tarihinde yapılan tebliğ işleminin muhatabı, bizzat takip borçlusu olan S... olup, kendisine yapılan tebligat dolayısı ile borçlu şirketin de takipten haberdar olduğu sonucu çıkarılamaz. Kaldı ki, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 39. maddesinde; “Bu kanun hükümlerine göre kendilerine tebliğ yapılması caiz olan kimselerin o davada hasım olarak alakaları varsa muhatap namına kendilerine tebliğ yapılamaz” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, şirket adına çıkan tebligatı, bizzat şirket yetkilisi almış olsaydı dahi, aynı takibin borçluları olmaları nedeni ile husumet iddiası da ileri sürülebilecektir. Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi ve Tebligat Yönetmeliği'nin 57. maddesi gereğince ticaret siciline bildirilen adrese TK'nun 35. madde gereğince tebligat yapılabilmesi için söz konusu adrese öncelikle normal usullere göre tebligat çıkartılıp bilâ tebliğ dönmesi halinde 35. maddedeki tebliğ prosedürünün işletilmesi gerekir.
Somut olayda ise, borçlu şirketin “Y... mah. Ş... cad. No:35 Didim/Aydın” adresine gönderilen tebligatın 17.07.2013 tarihinde bila tebliğ dönmesi üzerine aynı adrese Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre 06.11.2013 tarihinde ödeme emrinin tebliğ edildiği, ancak dosya içerisinde mevcut ticaret sicili kayıtlarına göre tebligat yapılan adresin şirketin eski adresi olduğu, tebliğ tarihinde ticaret ünvanı ile birlikte şirket adresinin de değişmiş olduğu halde, şirketin ticaret sicilinde kayıtlı adresine tebligat çıkartılmadığı görülmektedir. Bu durumda şirkete yapılan ödeme emrine ilişkin tebligat usulsüzdür.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir. O halde mahkemece, borçlunun usulsüz tebligata ilişkin şikayetinin kabulü ile Tebligat Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca tebliğ tarihinin borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi olan 11.12.2013 tarihi olarak düzeltilmesine ve icra dosyasına 12.12.2013 günü süresinde yapılan itiraz uyarınca takip kesinleşmeden konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 08.06.2018 T. E: 2017/2864, K: 6097

PTT İnternet Sitesindeki Sorgu Tebliğ Tarihini Belirleyici Değil Bilgi Amaçlıdır

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ


2015/32141 E.
2016/6528 K.

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından genel haciz yoluyla başlatılan takibe karşı borçlunun itirazı üzerine icra müdürlüğünce takibin durdurulmasına karar verildiği, alacaklının, itirazın süresinde yapılmadığını belirterek takibin durdurulmasına ilişkin işlemin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Genel haciz yoluyla takipte itiraz etmek isteyen borçlu, itirazını, İİK'nun 62/1. maddesi uyarınca, ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde icra müdürlüğüne yapmak zorundadır. İİK'nun 62. maddesine göre de, yasal sürede yapılan itiraz ile takip durur.

Somut olayda, takip dosyasında mevcut tebliğ evrakına göre, ödeme emrinin borçluya 15/07/2015 tarihinde tebliğ edildiği, borçlunun yasal yedi günlük süreden sonra 23/07/2015 tarihinde itiraz ettiği görülmektedir.

Ödeme emrinin tebliği tarihinin tespitinde, tebliğ mazbatasında yazılı tarih esas olup, ... internet sayfasından yapılan sorgulama sonucu alınan kayıtlar bilgi amaçlıdır ve tebliğ tarihinin tespitinde belirleyici değildir.

O halde, mahkemece, yasal süreden sonra yapılan itiraz takibi durdurmayacağından şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ : 
Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/03/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 21:57
  • DuraN
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ


2015/32141 E.
2016/6528 K.

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından genel haciz yoluyla başlatılan takibe karşı borçlunun itirazı üzerine icra müdürlüğünce takibin durdurulmasına karar verildiği, alacaklının, itirazın süresinde yapılmadığını belirterek takibin durdurulmasına ilişkin işlemin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Genel haciz yoluyla takipte itiraz etmek isteyen borçlu, itirazını, İİK'nun 62/1. maddesi uyarınca, ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde icra müdürlüğüne yapmak zorundadır. İİK'nun 62. maddesine göre de, yasal sürede yapılan itiraz ile takip durur.

Somut olayda, takip dosyasında mevcut tebliğ evrakına göre, ödeme emrinin borçluya 15/07/2015 tarihinde tebliğ edildiği, borçlunun yasal yedi günlük süreden sonra 23/07/2015 tarihinde itiraz ettiği görülmektedir.

Ödeme emrinin tebliği tarihinin tespitinde, tebliğ mazbatasında yazılı tarih esas olup, ... internet sayfasından yapılan sorgulama sonucu alınan kayıtlar bilgi amaçlıdır ve tebliğ tarihinin tespitinde belirleyici değildir.

O halde, mahkemece, yasal süreden sonra yapılan itiraz takibi durdurmayacağından şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ : 
Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/03/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İcra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine T.K 35. maddesi gereğince tebliği

İcra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi gereğince tebliğ edilmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Borçlu hakkında başlatılan ilamlı icra takibinde alacaklının icra mahkemesine başvurarak; borçluya Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca tebligat çıkartılması talebinin icra müdürlüğünce reddine dair işlemi şikayet konusu yaptığı, mahkemece, borçluya daha evvel yapılmış bir tebligat bulunmadığı gerekçesi ile istemin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İİK'nun 21/2. maddesi ile; “İlamda ve 38 inci maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle, ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu; keyfiyeti birbirlerine noter vasıtasiyle bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35 inci maddesi uygulanır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Somut olayda, borçlunun ilamda yazılı olan “... mah. ... sk. No:14/2 ... ...” adresine çıkartılan icra emrinin, muhatabın adresten taşındığı şerhi ile 24.03.2016 tarihinde iade edildiği, alacaklı vekilinin talebi üzerine borçlunun mernis kaydının araştırılması neticesinde icra müdürlüğünce, 26.05.2016 tarihinde güncel adres kaydının bulunmadığının tespit edildiği, alacakı vekili tarafından bu defa İİK'nın 21/2. maddesi uyarınca Tebligat Kanununu 35. maddesine göre tebliğ çıkartılması talebinin, tebligat koşulları oluşmadığından bahisle reddedildiği görülmektedir.
O halde, borçlunun takibe dayanak ilamda yazılı olan adresine gönderilen tebligatın iade edilmiş olması nazara alındığında, yukarıda yazılı yasal düzenleme gereğince; alacaklının icra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanununun 35. maddesi gereğince tebliğ edilmesi talebi yerinde olup, mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, İİK'nın tebligat hususundaki düzenlemelerinin Tebligat Kanununa göre özel kanun sayılacağı ve öncelikle uygulanması gerekeceği gözardı edilerek yazılı gerekçeyle reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 11.10.2018 T. E:13350, K: 9682
  • Yorum Yok
  • 06-01-2020, Saat: 21:57
  • DuraN
İcra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi gereğince tebliğ edilmesi gerektiği-


Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Borçlu hakkında başlatılan ilamlı icra takibinde alacaklının icra mahkemesine başvurarak; borçluya Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca tebligat çıkartılması talebinin icra müdürlüğünce reddine dair işlemi şikayet konusu yaptığı, mahkemece, borçluya daha evvel yapılmış bir tebligat bulunmadığı gerekçesi ile istemin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İİK'nun 21/2. maddesi ile; “İlamda ve 38 inci maddeye göre ilam hükmünde sayılan belgelerle, ipotek senedinde yazılı olan adresi değiştiren alacaklı veya borçlu; keyfiyeti birbirlerine noter vasıtasiyle bildirmiş olmadıkça, tebligat aynı adrese yapılır ve bu adreste bulunmadığı takdirde Tebligat Kanunu'nun 35 inci maddesi uygulanır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Somut olayda, borçlunun ilamda yazılı olan “... mah. ... sk. No:14/2 ... ...” adresine çıkartılan icra emrinin, muhatabın adresten taşındığı şerhi ile 24.03.2016 tarihinde iade edildiği, alacaklı vekilinin talebi üzerine borçlunun mernis kaydının araştırılması neticesinde icra müdürlüğünce, 26.05.2016 tarihinde güncel adres kaydının bulunmadığının tespit edildiği, alacakı vekili tarafından bu defa İİK'nın 21/2. maddesi uyarınca Tebligat Kanununu 35. maddesine göre tebliğ çıkartılması talebinin, tebligat koşulları oluşmadığından bahisle reddedildiği görülmektedir.
O halde, borçlunun takibe dayanak ilamda yazılı olan adresine gönderilen tebligatın iade edilmiş olması nazara alındığında, yukarıda yazılı yasal düzenleme gereğince; alacaklının icra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine Tebligat Kanununun 35. maddesi gereğince tebliğ edilmesi talebi yerinde olup, mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, İİK'nın tebligat hususundaki düzenlemelerinin Tebligat Kanununa göre özel kanun sayılacağı ve öncelikle uygulanması gerekeceği gözardı edilerek yazılı gerekçeyle reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 11.10.2018 T. E:13350, K: 9682